Barselona I

2

6 ocağı 7 ocağa bağlayan gece 02:30 da Barcelona’ya beraber gideceğimiz arkadaşlarımız Tayfun ve Berrin’i de alarak havaalanına doğru yola çıktık. Duru’yu öpüp koklamaya doyamadım ilk defa kızımdan bu kadar yani 5 gün ayrı kalacaktım. Canım öyle güzel uyuyordu ki. Acaba ne yapacaktı biz yokken, çok arayacak mıydı, onu yanımda götürmediğime pişman olacak mıydım? Bir sürü sorularla havaalanına geldik. Bizi tur rehberi alanda karşıladı ve pasaportlarımızı teslim etti. Artık check-in işlemleri, free shop gezintisi bize kalıyordu. Şu ana kadar herşey yolunda gitti. Bayram tatilinin başlaması nedeniyle havaalanı çok kalabalıktı. Viyana’ya, Prag’a, Paris’e, Dubai’ ye gidenler başı çekiyordu. Saatin çok erken olmasına rağmen tatilciler cıvıl cıvıldı. Atlas Havayollarına ait uçağımız yarım saat rötarla kalktı ve ben inişe kadar mışıl mışıl uyudum. İndiğimizde malesef yağmurlu ve kapalı bir hava bekliyordu bizi. Umarım 5 gün boyunca hava böyle olmaz. Alandan çıkıp, otobüslerimize yerleştik ve işte Barcelona’daydık. Barcelona – Katolonya artık hangisi bilmiyordum ama bu şehir gerçekten anlattıkları kadar güzeldi. Modern bir şehir olmakla beraber aynı zamanda tarih kokuyordu. Barcelona, Katolonya özerk bölgesinin başkentiymiş. Şehir turunda ilk durağımız meşhur Montjuic Tepesi. Buraya çıkarken kendimi Çamlıca Tepesine çıkıyor hissettim. Montjuic, şehre tamamen hakim bir manzaraya sahip. Tepeye çıkarken 1992 olimpiyatlarının yapıldığı statda durup fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik tabi. İşte şimdi de Barcelona’nın sembolü haline gelmiş meşhur Sagrada Familia kilisesindeyiz. Avrupa’nın en sıradışı kilisesi burası. Doğadan esinlenen simgelerle dolu olan bu yapı Gaudi’nin en büyük eseri bence de. 1883 de yapımına başlanan kilise hala bitmemiş. 2030 yılına kadar da biteceğini düşünmüyorlar. Kilisenin yapımı bağışlarla halen devam ediyor anlayacağınız. İsa’nın doğumu, Kripta ve Büyük Çile Cephesi denilen cephelerin hikayeleri gerçekten de çok ilginç. Yolumuz üzerinde bulunan ve Gaudi’nin tüm mimari cesaretini ortaya koyduğu en ünlü eseri Casa Mila diğer adıyla “La Pedrara” yı ise bugün sadece dışarıdan görmekle yetindik. Çünkü buraya özel zamanımızı ayırıp binanın içini ve terasını gezmek istiyoruz ayrıca. Dalgalı ön cephesi ve bacalarıyla dikkat çeken çatısı gerçekten de çok ilginçti. Otobüs turumuz burada bitmişti artık kendi başımız kalacağımız ve gezeceğimiz saatler başlamıştı. Otelimiz Selva De Mar bölgesinde 4 yıldızlı Hotel Husa Barcelona Mar idi. Odaları gayet güzel, bir parka bakan ve Barcelona’nın modern semtlerinden birindeydi. Biraz dinlendikten sonra kendimizi dışarı attık ve şansımıza hava çok güzelleşmişti. L4 metrosuyla tur rehberimizin daha önceden söylediği gibi Passeig De Gracia ya gittik. Burası Barcelonanın kalbi olan, Katalonya meydanı ve Rambla caddesinin birleştiği yerde, modern mağazalrın ve binaların olduğu bir cadde. Eixample bölgesi denilen bu yer bizim Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesini çok andırıyordu. Ve işte meşhur Rambla Caddesi. İspanyanın en ünlü caddesi. Görkemli binaları, mağazaları, kafeleri, seyyar satıcıları, pandomim sanatçıları, çiçekçileriyle şehrin en hareketli caddesi. Les Rambles olarak da bilinen bulvarın adı Arapça kurumuş nehir yatağı anlamındaki rambla sözcüğünden geliyor. La Rambla tam bana göre bir cadde. Bağdat Caddesinde yürüyüş aşığı olan ben, Rambla’da saatlerimi geçirebilirdim. Rambla da yürürken hemen sağda gördüğümüz Mercat dela Boqueria bizim sabit pazarların daha gelişmişi ve daha renklisiydi. Çeşit çeşit şekerlemeler, Malatya kayısısı ve İzmir incirinin bile bulunduğu, bu yaşıma kadar görmediğim değişik meyve ve deniz mahsullerinin sergilendiği bu pazar da insan kendini kaybediyordu. Ramblanın sonunda bizi Kristoph Colomb’un batıyı gösteren heykeli karşılıyordu ve işte akşamı ettik. Erkan ve Tayfun bilet alıp Barcelona maçına gittiler. Biz de Berrin’le Maremagnum adı verilen ve ünlü markaların bulunduğu alışveriş merkezinde bulduk kendimizi. OlimpicPort adı verilen, Liman bölgesinde bulunan çok şık bir alışveriş merkeziydi burası. Tapas adı verilen ve mezelerin sunulduğu meşhur Barcelona restorantlarından birinde yöresel yemekleri olan Paella yedik. Pirincin deniz ürünleri ve av etleriyle pişirildiği ve içinde yoğun bir safran olan geleneksel olan bu yemek bir tür pilav aslında. Ve Rambla üzerindeki Starbucks’da Coffee Latte’lerimizi içerek günü tamamladık. Yarın güzel ve bol gezmeli bir günün hayalini kurarak gece 23:30 da otelimize döndük Berrinle. Erkan ve Tayfun henüz maçtan dönmemişlerdi.

2 YORUMLAR

  1. >Öyle güzel anlatmışsın ki seninle geziyor gibiyim. Her günü aynı şekilde okumak istiyorum. İyi ki gittin ve iyi ki paylaşıyorsun:)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz