Teyze, anne yarısı…

0

Bundan dört yıl önce bir yazı yazmıştım, “anne yarısı olmak” başlıklı. O zaman bir minik yarım vardı, Ozan adında. Bana doğurmadan da nasıl sevileceğini öğreten, gözünden gelen yaş için dünyaları yakıp yıkmaya kaç defa yeltendiğimi unutturan, kondurduğu bir buse ile iyi ki yaşıyorum da bu günleri görüyorum dedirten bir yarımdı o. Teyzesinin kuzusu.

Şimdi bir tam için yazıyorum bu satırları. Ozan’ın kardeşi Naz doğdu ve ben artık bu iki yarımın beni deneyimli teyze yapmasının keyfini sürüyorum. Hep derler ya teyze anne yarısı diye, çoğu zaman annelerin teyzeleri kıskandığını bile düşünüyorum. Çünkü bazen teyzeler öyle bir geçiyor ki annenin yerine;  çocuğunuzun en güzel, en anlayışlı, en şık, en bilgili, en sakin, en düşünceli bulduğu kişi biricik teyzesi oluyor. Bizim evde durum böyle çoğu zaman. Fakat şunu da biliyorum ki ben de iki yarımın evinde aynı şekilde anılıyorum.

Güneşli bir pazar günü, belki de bir daha güneşi bu kadar yakıcı göremeyeceğiz uzun bir süre. Kızınız sizinle gezmek istiyor, kocanız soğuk algınlığından muzdarip sizden ilgi bekliyor. Ayaklarınızı uzatıp kitap okuma planlarınız var ama o da ne, kendinizi annesi çalıştığı için  sekiz aylık bir bebeye bakıcılık yaparken buluyorsunuz. Hiç uyumayan, sürekli yanında olup onunla ilgilenmenizi bekleyen, diş çıkardığı için her daim mızmızlanan, arada ateşi çıkan, burnu her daim akan, prizleri yemeye çalışıp, emziğini sürekli yere atan, tuvalete gittiğinizde etinden et koparır gibi avazı çıkan, binbeşyüz kere” kargalara bak gak gak” lafını tekrar ettiren, tüm bunlara rağmen kokusunu içinize çeke çeke bağrınıza bastığınız kızınız değilse yeğeninizdir. Üstelik kızınıza gösterdiğiniz ihtimamdan daha fazlasını göstererek. Annesi yanında olmadığı için şefkatiniz coştukça coşar, aman bir yerine zarar gelmesin diye gözünüzü dört değil kırkdört açarak, mamasını, meyvesini, emziğini, suyunu gözünüzün önünde sıralayarak, acil durumda kırılacak bir şey var mıydı diye kuruntu yaparak geçen saatleri ancak bir teyze anlar.

Çocuklarda kedi sevgisi

Kuruntu dedim de, çoğu zaman kendi çocuğumda kullanmadığım, ona yedirirken, dokundururken korktuğum şeyleri Naz ve Ozan için kullanırken, yedirirken buluyorum. Mesela ben kızımı hiç kanguruda – on iki yıl önce öyle derdik –  taşımadım. Sağlıklı kalça yapısını bozacağından, sanki her an kenardan kayıp düşeceğinden, tekstilin kalitesinden, hep endişe ettim yıllar önce. Çok da konforlu gelmiyordu bana açıkçası. Bugün kardeşim, çok sıkılırsak bahçeye çıkacağımızı söyleyip elinde bir taşıyıcı(carrier) – şimdi adı buymuş-  ile geldiğinde “yok ben kullanamam” dedim. Fakat bizim Naz daha kırmızı renkli Stokke’yi görünce bir çırpınmaya başladı ki kolaysa gel de evde tut bu küçük gezgini. Eh gezgin teyzesi de olduğunu biliyor çocuk. Haydi bakalım öğrendik takmayı.

img_8742

O da ne, öyle rahat geziyoruz ki; yüzü bana dönük olduğundan sürekli göz teması halindeyiz. Arada konuşuyoruz, kedileri seviyoruz. Öyle kolay eğilip kalkıyorum ki, ne ben iki büklüm oluyorum ne o sıkışıp kalıyor. Yaza beraber veda ediyoruz parklarda. Fakat güzel haber şu ki, daha çok yaza veda edeceğimiz günler olacak çünkü Stokke Carrier 3 yaşa kadar kullanılabiliyormuş.

İşte teyzeler de kalıplarını kırabiliyor, hayatta kullanmam dediği şeyi kullanabiliyor çünkü anne yarısı olmak bunu gerektiriyor. Doğurmadığı ama doğurduğu kadar sahiplendiği için…

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz