>
Yıllar önce gitmiştim, sadece şöyle bir ucundan görüp pek bir şey yokmuş deyip bugüne kadar çok şey kaçırmışım meğerse…Arnavut kaldırımlı daracık sokakları, taş evleri, değirmenleri, şık küçük butikleri ile Alaçatı gönlümde öyle bir yer etti ki kelimeler yetersiz. St.Tropez’i beğenenler gelip görsün Alaçatı’yı, kıyaslanamaz bile.
Alaçatı’nın halkı 1924deki mübadeleden gelenlerin çocukları ve torunlarından oluşuyor. Bir de büyük şehirlerin gürültüsü ve stresinden kaçan eğitimli insanlar çoğunlukta. Kapıları ve pencereleri maviye boyanmış taş evlerin çoğu butik otel ya da bizim konakladığımız Çiprika gibi bir aile pansiyonu. Esma Hanım ve eşi Hilmi Bey’in beraber işlettikleri bu taş ev aynı zamanda dedelerinden kalmış ve neredeyse yüz yıllık. Adı da dedelerinin zamanında çorbalara, et yemeklerine, zeytin üzerine ektiği KEKİK anlamına geliyor. Esma Hanım tam bir hanımefendi, Duru ile hiç sıkılmadan saatlerce sohbet edebilecek kadar sabırlı. Eşi Hilmi Bey de otelcilik kökenli olduğundan tam misafirperver bir işletmeci. Sabah kahvaltısında bir kuş sütü eksik dersem yeri hele o bahçede asma altında içtiğimiz çaylar yok mu hala tadı damağımda. Tabi Paşa adlı köpeklerini de unutmamak gerek, Duru’nun biricik arkadaşı.
Alaçatı, Sakız Ağacının merkezi. Sakızlı muhallebi, sakızlı kurabiye favorilerimiz arasına girdi bile. Küçük sevimli kafelerinde ya da restoranlarında bu tatları keşfedebilir, egenin otlarının keyfini çıkarabilirsiniz. Alaçatıya gelince herşey dahil otel anlayışının, açık büfe sıralarının ne kadar anlamsız ve yavan olduğunu anlıyorsunuz. Serpme köy kahvaltısı, güveçte pişmiş enginarın tadı hiçbir beş yıldızlı otelde bulunamaz.
Alaçatı aynı zamanda dünyanın en iyi windsurf merkezleri arasında. Rüzgarı olmasından ötürü biz Ilıca’yı tercih ettik denize girmek için. 13 mayısta deniz sezonunu açtık Ilıca’nın bembeyaz kumlu plajında. Ilıca’da kumru, Çeşme’de Rumeli Pastanesinden sakızlı dondurma yemeden döner miyiz hiç?
Ilıca, Çeşme ve Alaçatı….Bize o kadar tatlı anlar yaşattı ki rüyada gibiyiz.