Geçtiğimiz hafta sonu All Saints Moda Kilisesi’nde kendimi bir meleğin kollarında gözlerim kapalı huzur içinde müzik dinlerken buldum. Kesinlikle müzik gerçekti, huzur tüm salondaydı, gözlerim kapalıydı, melek de vardı, sadece fiziken onun kollarında değildim ama ruhum ona teslim olmuştu. Bahsettiğim melek, arpist Merve Kocabeyler. Hani genelde çizgi filmlerden hatırladığımız, meleklerin mutlulukla çaldığı, çocuklara çok büyük görünen enstrüman ise arp. Ben hayatımda ilk defa bir arp solosu dinledim ve hayran kaldım. Çok şanslıyım ki dinlediğim kişi de arp yarışmalarında 4 tane Dünya birinciliği olan arpist Merve Kocabeyler. Kendine ait bir arpı olmadan bu ödülleri almış, soğuk ve karanlık konservatuvar koridorlarında gece yarılarına kadar çalışıp sonrasında klasik müziğin vatanında burs kazanmış Merve ile O’nu tanıdığım Moda semtinde buluştuk ve herkese ilham verecek bir sohbet gerçekleştirdik.
Bir insan 11 yaşında arpist olmaya nasıl karar verir?
Ben aslında beyin cerrahı olmak istiyordum. Küçükken hep açık ameliyat videoları izlerdim, tıp kitapları okurdum, fizik, kimya derslerini çok severdim. Yedi yaşında piyano çalmaya başladım. Evimizde müzik hep vardı. Babam udi, bestekar İsmet Kocabeyler, annemin sesi çok güzel, ağabeyim gitar çalar. On bir yaşında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın yetenek sınavını kazandım ve enstrüman seçimi için jüri önüne çıktım. Piyano için 11 yaş geç kabul edildi. O sırada arp hocası Ümit Tunak ellerime baktı ve bu kız arp için yaratılmış dedi. Parmak uçlarının etli olması bir avantaj. Nasıl sevindim anlatamam, koşarak dışarıda bekleyen babama müjdeli haberi verdim. “Baba, arp bölümüne seçildim” dediğimde hiç düşünmemiştim önümdeki zorlukları, bir enstrümana sahip olmadan yıllarca gece gündüz çalışacağımı…
Arp bölümüne seçildin ve konservatuvar günlerin başladı. Beyin cerrahlığını unuttun mu bu arada?
Konservatuvara giderken aynı zamanda Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanıyordum, içimdeki doktorluk arzusu basit bir çocukluk hayali değildi ve çalışıp Kenan Evren Anadolu Lisesi’ni kazandım. Her gün okuldan çıkıp Kadıköy’e konservatuvara gidiyordum. Yarı zamanlı eğitim alıyordum ama derslerden sonra da kalıp çalışıyordum çünkü evde arpım yoktu. Okulda da 2-3 arp ve 10 arp öğrencisi vardı. Sırayla çaldığımız için geç saatlere kadar okulda kalıyordum. Hem okul hem konservatuvar, gece yarısı eve dönmeler, uykusuzluk derken daha fazla dayanamadım ve tercihimi müzikten yana yapıp Anadolu Lisesi’ni bıraktım, tam zamanlı olarak konservatuvara devam ettim. Arp seviyem yüksek olduğu için Lise 2’yi atlayıp Lise 3’e devam ettim. Bu sırada gelecek için hayaller kurmaya başladım. Kendimi büyük sahnelerde hayal ediyordum hep. Arpist olmaya işte böyle karar verdim.
Yurt dışına gidişin nasıl oldu?
Onn altı yaşında yurt dışına gitmeyi, klasik müziği vatanında öğrenmeyi, farklı kültürler tanımayı ve kendimi uluslararası platformda göstermeyi kafama koymuştum. Yabancı dilim yoktu, yaşım henüz küçüktü ama hayallerim çok büyüktü. On yedi yaşında ilk kez İngiltere Cardiff’e yarışmaya gidince, seviyenin çok ileride olduğunu, dünyanın başka şeyler konuştuğunu ve onlara yetişmek zorunda olduğumu bir kez daha anladım. O sırada beni dinleyen New York Devlet Üniversitesi’nin arp profesöründen davet aldım, fakat hem yaşım küçüktü hem de maddi olarak imkansızdı gitmem. On altı yaşından on sekize kadar burs araştırdım. Tek başıma, sadece kurstan öğrendiğim yarım yamalak İngilizcem ile okullara başvurular yaptım. Almanya ve Avusturya’da hocalar buldum. Müzikte okuldan ziyade hoca önemlidir. Başvurduğum her okula kabul edildim ama ben Salzburg Mozarteum Üniversitesi’ni seçtim çünkü hayranı olduğum, küçükken evde plağını dinlediğim ünlü arpist Prof. Helga Storck hocam olacaktı. İşte on sekiz yaşımda elimde sadece bir bavul ve gideceğim yerin adresi ile tek başıma Avrupa’nın ortasında duruyordum.
Salzburg’da dört yıl lisanstan sonra, 2012’de yine tam burslu olarak Amsterdam Konservatuvarı’nda 2 yıl master yaptım. Master sonrası “Postgraduate” çalışmamı Mozarteum Üniversitesi’nde tamamladım. Eğitimim süresince Çağdaş Eğitim Vakfı’nın Qnb Finansbank sponsorluğundaki “Harika Yetenekler” Projesi kapsamında desteklendim.
Yurt dışında okurken bir Türk arpist olarak nasıl karşılandın? En büyük zorluk ne oldu senin için?
Türkiye’de arp var mı diye çok soruyor ve olduğunu duyunca şaşırıyorlardı. Seviyemi çok iyi buluyorlardı ve bu da onlara ilginç geliyordu. Arp sahibi olmadığımı duyunca şok oluyorlardı. Çalışmak beni hiç yormadı ama her yıl burs aramak en büyük zorluktu. Herkes yazın tatil yaparken ben gelecek yılın bursu için araştırmalar yapıyordum. Zaten yarışmaya hazırlanmak başlı başına bir stres, buna bir de burs kaygısı eklenince moralimin bozulduğu oluyordu. Ama vazgeçmek aklımın ucundan geçmedi.
Müzik ve yarışma bana biraz ters geliyor. Sanat göreceli bir kavram, neyin yarışmasına hazırlanıyordun, kolej sınavı mı bu?
Evet haklısın, bir yarışma kazanmak müzikte amaç olmamalı ama benim burs ve konser başvurularımın olumlu sonuçlanması için bu yarışmalar birer araçtı. Özgeçmişime yazdığım birincilikler sayesinde tanınıyor, bağlantılar kuruyordum. Ödül aldıkça daha çok yarışmaya girip daha çok motive oluyordum. Bunun karşılığında da burs geliyordu. 8 yıl yurt dışında bu sayede okudum. Ben yarışmaları resmen kullandım. Bazen büyük haksızlıklar yapılıyor ve birçok insanı harcıyor yarışmalar. Böyle durumlar karşısında gösterilecek tutum önemli. Bir jüri üyesinin yorumuyla özgüven kaybetmeyecek veya “ben oldum” havalarına girmeyecek sağlamlıkta bir psikoloji gerek.
Birinciliklerini saysan, bu arada artık bir arp sahibi oldun mu?
2015 Monako Dünya Arp Festivali Yarışması’nda birincilik, İtalya’da 2012 Citta di Cagliari Uluslararası Arp Yarışması’nda birincilik, Sırbistan’da 2011 Petar Konjovic Uluslararası Arp Yarışması’nda birincilik, Macaristan’da 2010 Szeged Uluslararası Arp Yarışması’nda birincilik. Tüm bu birincilikleri aldığımda maalesef hala bir arpım yoktu. Yarışmalarda hangi model arp ile çalıyorsun dediklerinde, arpım yok diyordum, kimse inanmıyordu. Üstelik o zamana kadar kırık dökük arplar ile çatısı akan binalarda çalışmıştım. O zamanlar bu kadar zorluk çekmesem belki de Salzburg’da okuduğum okulun değerini bilemeyecek, içimdeki gücün farkına varamayacaktım. Sonuçta beni kimse zorlamadı, çalış demedi. Ben çok istedim, çok çalıştım ve bugünkü ben oldum.
La Scala Operası’na kabul edilen ilk Türk arpist olmak, bu nasıl bir başarıdır?
La Scala bambaşka bir deneyim. Operanın kulislerinde masal diyarında gibi hissediyorsunuz. Sahnede iken tarihte bir romanın kahramanı gibisiniz. Orkestrada çalmak için stajyer sınavı açılmıştı. 2 tane kadrolu arpist vardı ve sadece iki stajyer alacaklardı, elli küsur başvuru içinden. O sınav için Salzburg’tan Milano’ya doğru yola çıktığım andan itibaren doğru bir şey yaptığımı hissediyordum. Sınav esnasında da tam olarak “doğru yerde” hissettim ama fazla umutlanmamaya çalıştım. İtalyan bir arpisti seçerler diye düşünüyordum. Sonuçlar açıklandı, ben ve bir İtalyan seçilmiştik. Orkestra ile turnelerde yer aldım, sanatsal açıdan çok değerli tecrübeler edindim ve hala devam eden değerli dostluklar kurdum. Placido Domingo ile aynı sahneyi paylaşmak inanılmazdı.
Merve ne zaman bir arp sahibi oldun, benim sabrım kalmadı vallahi…
2015 yılı, Amsterdam Konservatuvarı’ndan mezun olmak üzereydim ve hala bir arpım yoktu, bu da şu demekti; bundan sonra arp çalışabileceğim bir yer olmayacak. O sırada Türkiye’de bir konser düzenlemeye karar verdim. Biletsiz girilecek, insanların gönlünden geçeni bağışlayacağı ya da bağışlamayacağı bir konser. Caddebostan Kültür Merkezi’nde vereceğim bu konser için duyurular yapıyordum ama yeterince ilgi çekememiştim. Bana destek olmak isteyen Opus Klasik Müzik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Kemal Küçük düzenleyeceğim konser için Facebook’ta bir paylaşım yapıyor, bu paylaşımı Fazıl Say görüyor ve işte mucize burada başlıyor.
Sen Fazıl Say ile tanışıyor muydun o vakit?
Hayır tanışmıyoruz ve sosyal medyada da arkadaş değiliz. Fazıl Say o akşam “üç tane dünya birinciliği olan Merve’nin hala bir arpı yok, destek bekliyor” (o zamanlar üç taneydi) gibi bir paylaşım yapıyor, benim haberim yok. Sabah kalktığımda telefonumda binlerce mesaj, sosyal medya hesaplarım kilitlenmiş, tanımadığım cevapsız aramalar. Ne olduğunu şaşırdım, yazılan ilk mesaja bir baktım, Fazıl Say. O anki heyecanımı, mutluluğumu anlatamam. Sadece “teşekkür ederim” yazabildim. Bu arada çok olumlu, destekleyici mesajlar geldiği gibi, çok kırıcı, saldırgan, negatif yorumlar da geliyordu. Bir yandan Fazıl Say’a saldıranlar da olmuştu. “Bu paylaşımı yapacağına arpı sen al” diyenler vardı, insanlar ne kadar acımasız. Benim kimseden öyle bir isteğim yoktu ki, konser verip kendi arpımı kendim almak istedim. Konsere iki gün kala etkilenmemek için kendime internet yasağı koydum. O akşam Caddebostan Kültür Merkezi tıklım tıklımdı, duyan herkes gelmişti. Sahnede tek başımaydım ama çok da gururluydum.
Bir arp kaç paradır ve sen ne kadar para topladın?
20 ile 40 bin Euro arasında değişiyor fiyatlar. Benim ihtiyacım olan 36 bin Euro idi ve o akşam 6000 TL toplanmıştı. Bir gecede o kadar parayı toplayamayacağımı zaten biliyordum. Fazıl Say’ın duyurusuyla gelenlerin sayesinde bir miktar toplanmıştı. Sonrasında online kampanya başlattım ve biraz da öyle topladım ama hala 22 bin dolarlık eksiğim vardı. Aydın Doğan Vakfı tarafından Orhan Pamuk’a ödül verilecek bir törende konser vermem istendi. Bunun karşılığında kazanacağım parayı da topladığım miktara ekleyecektim. Konserden bir gün önce yapılacak röportaj için yürütme kurulu başkanı Candan Fetvacı ile bir araya geldik. O sırada kamera kayıttaydı ve bana “arp için geri kalan tüm miktarı biz karşılıyoruz” diyerek bir zarf uzattığındaki şok ve mutluluğumu anlatamam. Aynı günün akşamı ana haberde o anı izleyenler belki rol yaptığımı, daha önceden haberim olduğunu düşünmüştür ama ben o anda öğrenmiştim bunu. Başta Aydın Doğan Vakfı, Fazıl Say ve müziksever pek çok insan sayesinde bir arpım oldu benim.
Arpın modeli nedir, merak edenler olacaktır. Ben de sonrasında Fazıl Say ile buluştun mu merak ettim
Lyon Healy Style 23 Bronze, Amerikan yapımı.
Arp gelene kadar sadece yazıştık Fazıl Say ile ama yüz yüze tanışmadık. Sonra Salzburg’a geldiği bir konser öncesi beni aradı ve buluştuk. Gerçekten benim için çok değerli ve tanışma şeklimiz de çok naif, çok özel.
Türkiye’de arp ne kadar biliniyor, aileler çocuklarını yönlendiriyor mu?
Az bilindiğini söyleyebilirim. Hatta nasıl bir şey olduğunu soruyorlar ve ben genellikle “kanunun dik hali” ya da “lir gibi, hani çizgi filmlerde melekler çalar ya işte ondan” diyorum. Fakat müziğe yakın, ilgili aileler çocuklarını yönlendiriyor. Özellikle solo arp konserlerim sonrasında arp çalmayı öğrenmek isteyenlerden mesajlar alıyorum. Bu beni çok mutlu ediyor. Arp, satın alınması ve taşınması diğer enstrümanlara göre meşakkatli olduğundan biraz göz korkutuyor aynı zamanda. Aslında kılıfı ve iki tekerli arabası ile taşımak hiç de zor değil. Ben tek başıma Avusturya’dan Almanya’ya 8 saatlik – aktarmalı tren yolculuğu ile hocamın arpını taşımıştım.
Canımız arp almak istedi, nasıl olacak, müzik marketlerinde var mı?
Maalesef buradan canınız istediği anda alamazsınız, müzik marketlerde satılmıyor. Yurt dışından sipariş üzerine getiriliyor.
Verdiğin konserlere baktığında seyirci kitlesini cinsiyet olarak nasıl değerlendirirsin?
Kadın dinleyiciler ağırlıklı. Son zamanlarda klasik müzik konserlerinde salonların dolduğunu görmek de çok mutlu ediyor beni.
Başarının altında doğuştan gelen yeteneğin mi, çalışma azmin mi hangisi ağır basıyor sence?
Yeteneğin önemi elbette çok büyük ama benim hikayeme bakarsak arkasına sığınabileceğim ve kendimi şanssız ilan edebileceğim çok fazla engel vardı. Düşünsene, 30 yaşına gelip “benim de diğerleri gibi arpım olsaydı, yurt dışına çıksaydım ben de başarılı olurdum” diyebilirdim. Veya sadece tembellik yapsaydım İstanbul’da kalıp rahatlıkla mezun olabilir, küçük bir kutu içinde yaşayabilirdim. Çalışma azmi en önemlisi. Bu azmin kaynağı da müziğe duyduğum tutku ve çok küçük yaşta içimde fark ettiğim “Dünya’da neler oluyor?” merakı. İnsanın içinde bunlar olunca bir yerde oturup kalması imkansız, aksi takdirde nefes alamaz.
Niye döndün Türkiye’ye, diye sormuyorlar mı sana?
“Türkiye’ye dönmek çok yanlış olur, git kendini kurtar” diyenlerle dolu etrafım. Bu bakış açısından gerçekten bıktım. Bunu söyleyenler genelde hayatlarından şikayetçi ama harekete geçmeyen insanlar. Eğer memnun değillerse, söylenmeyi bırakıp kendi hayatlarını değiştirmeliler. Benim yıllar önce yaptığım buydu ve bunu hangi yaşta istersem yapabileceğimi artık biliyorum. İçindeki birçok boşluğu doldurmuş ve yaşadıklarını sindirmiş biri olarak hangi ülkede olursam olayım ayakta kalıp üretebilirim. Zihnimden ve kalbimden geçenler olduğum yerdir. İnsan içine doğduğu coğrafyayı seçemiyor. Ben coğrafyasını gittiği yere kalbinde taşıyan biriyim. Türkiye’de üzücü olaylar yaşandığında dünyanın neresinde olursam olayım aynı acıyı yaşıyorum. Artık dünya çok küçük, her şey çok ulaşılabilir, ülke sınırları konusu sıradanlaştı. Uzaydan bahsetsek mesela, daha anlamlı olur:)
Merve, sana bu hayatta ilham veren amacın, misyonun ne?
İhtiyacımız olan güç içimizde ve inanırsak her şey mümkün. Küçük bir çocuğun o karanlık konservatuvar koridorlardan çıkıp buralara gelmesi bir inanç sonucu oldu. Ben bir de doğadan çok ilham alıyorum, renkler ve seslerden çok etkileniyorum. Bunları müziğime yansıtıp insanlara dokunabilmek ve konserime gelenlerin ruhları doymuş, kendilerini ve dünyayı değiştirebileceklerine inanan insanlar olarak çıkmalarını istiyorum. Benim varoluş hikayem misyonum haline dönüştü.
Boş zaman bulduğunda nasıl değerlendiriyorsun?
Haftada 4-5 gün spor yapıyorum. Deniz kenarında olmak bana huzur veriyor, kendimi sahile atıyorum. Kitap okuyorum. Şekersiz-unsuz tatlılar yapmaya merakım var, ileride belki bu merak bir kafeye bile dönüşebilir. En çok da yalnız kalmayı tercih ediyorum. Bunda uzun yıllar Salzburg gibi sakin bir yerde yaşamanın etkisi olabilir. Bir İstanbullu olarak İstanbul’un kalabalığında turist gibi hissediyorum kendimi.
Bundan sonra en yakın programın nedir?
İki hafta sonra Ukrayna’ya gidiyorum. Önemli bir yarışma olan International Glowing Harp Competition’a jüri üyesi olarak davet edildim. Çok heyecanlıyım, ilk defa perdenin diğer tarafında bulunacağım. Yarışmacı psikolojisini çok iyi biliyorum, bu bana daha geniş bir bakış açısı sağlayacaktır. Bir de yarışmanın açılış töreninde solo performansım olacak. Türkiye’deki en yakın konser ise 26 Nisan’da CKM’de. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde solist olarak sahneye çıkacağım.
Merve, sana yürekten teşekkür ederim, Fark Yaratan Kadınlar bölümünde konuğum olduğun için. Son olarak Fazıl Say’ın seninle ilgili paylaşımından sonra sosyal medyada gülümseten birkaç paylaşımı izninle okurlarımla paylaşmak isterim.
-Arpistlik yapma!
-Arpist mi, arpist ne arar la Türkiye’de?
-Ben bu muhabbeti kabul etmiyorum, bu ülkede arp ile yapılmış bir sanat çalışmasına talep yok.
-Bir maça gitmeyin de şu ablanın konserine gidin oğlum, kızcağız dünya birincilikleri almış daha ne yapsın
-Arp bölümü ne ya?
-Gadın gısmısı evinde oturup kocasını beklesin
-Müzik haramdır
-Araplara 4.5 milyar dolar harcayan devlet bir zahmet arp alsın!
Bir arpa boyu yol gidemeyenlere, bir arpa sahip olmadan dört tane dünya birinciliği alan Merve Kocabeyler’in ilham olması dileğiyle.
Banu Tozluyurt, Mart 2019
Çok güzel bir başarı öyküsü👏🏻Bu ve benzer yaşam hikayerlerini okuyunca geleceğimiz emin ellerde demekten kendimi alamıyorum. Başarıların daim olsun Merve Kocabeyler👏🏻👏🏻👏🏻
Bizi tanıltırdığın için sana da tşk Banucum
İşin aslının dışardan göründüğü gibi olmadığına dair, kadınlardan kadınlara anlatılan gerçek hikayelerden daha ilham verici birşey olamaz kanimca…teşekkürler Banu Hanım ve Merve Hanım
Teşekkürler Banucum bu güzel hikaye için. Alkışı başarıları ve mutluluğu çok olsun azimli Merve’nin
Mervecim doğumunu yakından bilen biri olarak inan bu zorluklarını bilmeme rağmen yinede gözyaşlatımı tutamadım senin dik duruşun,azmin yavrum gerçek müziksever olmak böyle birşey demekki.küçük kadınımız bizim. nasıl bir başarı öyküsü👏🙏⭐️⭐️⭐️⭐️
Hidaş teyzeciğim… Çok teşekkürler…