>
Hani reklamlardaki gibi olacak ama …çayyyy benim herşeyim. Çaysız bir günüm geçti mi bilmiyorum ama o gün gerçekten tam yaşanmamıştır kesinlikle. Ailemin özellikle babamın da düşkünlüğü çoktur çaya, genetik herhalde. Ramazan da iftarını önce suyla açar babam ardından çay hazır olmalı, olmazsa çay gibi yakar bizi şaka yolla.
Neşeli anımızda daha da keyiflenmek için çay, sıkıntının ortasında havayı dağıtsın diye çay, heyecanı bastırsın diye çay, yorgunluğu alsın diye çay, seyahat molasında çay. Neredeyse tüm duygularımın baş artisti çay. Ama öyle poşet çay, sallama çay, fincanda çay değil. Hakiki tavşan kanı, demlenmiş, ince belli bardakta sunulan çaya çay diyorum ben. Bu yüzden de özellikle yurt dışı tatillerinde en çok özlemini çektiğim şey oluyor. Kahvaltıda başka hiçbir şey içemem zaten, eh kahve ve türevleriyle hiç alakam yok, halim kötü oluyor anlayacağınız. Yurt içi tatillerde durum farklı mı sanki, en güzel otellerde bile bir çay makinesi-kimbilir içi en son ne zaman temizlenmiş- yanında beyaz kalın fincanlar…anında çayı soğutan. Koyun kardeşim porselen demliği semaverin üstüne, yanına pırıl pırıl çay bardaklarını dizin, çay görsün dünya. Hele bir de odunda pişen semaveri yok mu annemin kullandığı, ah o çayın tadına doyum mu olur.
Çay, çaydanlık, demlik özel ilgi alanım olunca en son Brugge’da girdiğim çay evinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Çay evi dediğime bakmayın, sadece çeşit çeşit çaylar, çay malzemeleri, çaydanlık, seramik, porselen, dökme, cam demliklerin satıldığı bir dükkanburası. Siyah çaydan tutun da yasemin çayına kadar her türlü çay kocaman antika kavanozlarda barındırılıyor. Aynı eczanelerde olduğu gibi size özel çay değişik formüllerle hazırlanıp satın almanızı bekliyor. Demliklere gelince onlar tam seyirlikti doğrusu. Ağır olmasalardı bir tane alıp gelecektim, ama o kadar zordu ki taşıması.
Küçük keyiflerdir yaşamı güzel yapan, çay da bunlardan biri benim için.