Hep gidip görmek isteyip de bir türlü vakit, nakit, ortam ayıramadığınız ama sanki oralarda yaşamış gibi hissettiğiniz bir yer var mıdır? Londra benim için böyle bir şehirdi. Bu yaşıma kadar hiç gitmediğim ama sanki sokak sokak bildiğim, geçmişte yaşadığım, parklarında oturduğum, caddelerinde yürüdüğüm şehir. Sonunda kırk bir yaşımda, kırk beş yaşındaki kocam ve on birinci yaşını orada kutladığımız kızımla Londra’ya gittim. Daha önce üç kez gitmiş bir koca ve aklı fikri alışveriş merkezlerinde olan bir ergenle gezmek zaman zaman gergin ama çoğu zaman mutluydu doğrusu.
Londra için yazacak çok şey var gelin görün ki günümüz internet dünyasında bilgiye ulaşmak kadar kolay bir şey yok ve eminim Londra hakkında çok güzel yazılar bulabilirsiniz. Ben, bu yazımda dört günde Londra’da neler yapabilirsiniz, özellikle görülmesi gereken yerleri fazla vakit harcamadan nasıl gezebilirsiniz, ne yiyebilir, ne izleyebilir, bir ergenle nereleri görebilir ve aile olarak nasıl ortak mutluluğu yakalayabilirsiniz bunlara kısaca değinmek istiyorum.
1. Whitehall ve Westminster Bölgesi’ne gittiğinizde Big Ben, Parlamento Binası, İngiltere’nin en meşhur kilisesi Westminster Abbey, Tate Britain görebileceğiniz başlıca önemli yerlerden. Big Ben (Saat Kulesi) İngiltere’nin en bilinen yapısı ve bizim de gezimizin ilk durağı. Thames Nehri’nin kıyısında bulunan Westminster Sarayı ve Saat Kulesi sanırım en çok fotoğraf çekilen yerlerden. Özellikle Londra’nın meşhur kırmızı çift katlı otobüsleri ile bu tarihi binaların taş rengi o kadar birbirine yakışıyor ki sadece bu manzara için bile köprü üstünde uzun süre kaldık diyebilirim.
Westminster Abbey aynı zamanda Prens William ile Kate Middleton’un düğünlerine ev sahipliği yapmış. 16. Yy.dan 21.yy a kadar İngiliz sanatına ait dünyadaki en geniş koleksiyonun sergilendiği Tate Modern’e biz uğrayamadık ama vaktiniz olursa mutlaka görülmeli. Ergenle seyahat işte bu yüzden zor olabiliyor, gergin anlar bu anlar işte. Sizin sergi, müze gezmek isteyip onun ülkemizde aynılarından olan mağazalara gitme isteği. Neyse ki London Eye hepimizin görmek istediği bir yerdi ve Thames’ın kıyısındaki bu dev dönmedolap yine Londra’nın simgelerinden. Londra’nın her yerini izleyebileceğiniz dönmedolap için önceden mutlaka bilet almanızı hatta mümkünse hızlı geçiş tercih etmenizi öneririm. İnanılmaz bir sıra var ve neredeyse yarım gününüz sıra beklemekle geçebilir. Binmeye değer mi bence bir kez deneyimlemek güzel ama ikinci kere gittiğimde biner miyim kesinlikle hayır.
2. Covent Garden ve Soho her daim kalabalık olan, şehrin en yoğun olduğu bölgelerden. Leicester Square’den yürüyerek ya da tube ile (Londra’da metronun adı bu şekilde) lacivert olan Piccadily hattı ile Covent Garden durağında inerek ulaşacağınız bölge pek çok gösteriye de ev sahipliği yapıyor. Kapalı pazarı, restoranları, mağazaları her daim canlı haliyle her yaşa hitap eden Covent Garden aynı zamanda Lion King Müzikali’nin sergilendiği Lyceum Theatre’a da çok yakın.
Yine gezinizi planlarken Lion King için internetten bilet almanızı öneririm. Stalls adı verilen bölümler izlemek için ideal. Dekor, kostümler, oyuncular, mekan tam anlamıyla rüya gibi. Londra’ya giderseniz yapmadan dönmeyecekleriniz arasında bence Lion King. Londra gece hayatının merkezi Soho özellikle hafta sonları kalabalığın doruğunda oluyor. Publar, gece kulüpleri sabaha kadar açık ve son gaz eğlence diyenler için tam yeri.
3. Yine Londra’nın simgelerinden biri Tower Bridge bizim sevdiğimiz ve keyif aldığımız yerlerden. Tarihi köprüyü görmeden dönmek olmaz dedik ve yine tube ile London Bridge durağında inerek köprüye ulaştık. Halka açık ve harika bir nehir manzarası sunan köprü şansımıza açıldı ve köprünün kaldırıldığı ve altından gemilerin geçtiği ana şahit olduk. Tower Bridge Experience denilen sergiyi gezebilir ve 300 basamakla tepeye çıkıp cam platformdan nehri izleyebilirsiniz. Emin olun çok zevkli ve heyecanlı.
Yapımı sekiz yıl süren köprü 1894 yılında kullanıma açılmış. Tower of London, Londra Kulesi 900 yıllık geçmişi boyunca herkese korku salmasına rağmen şimdi turistlerin keyifle gezdiği yerlerden. Çok iyi korunmuş olan kulede kuzgunları da görebiliyorsunuz. Kuleyi terk etmeleri halinde, yıkılacağına dair bir inanış olmakla beraber kuşların kanatlarının bir kısmı kesilmiş ve uçmaları imkansız hale getirilmiş.
Onlar kuleyi gezerken benim pazar gezme merakım iyice artmıştı ve aynı bölgede bulunan Borough Market’de aldım soluğu. Bıraksalar bir günümü burada geçirebilirim.
Son derece kaliteli bir yiyecek içecek pazarı ve yok yok. Avrupa’nın gurme lezzetleri yanında sebze, meyve, et, baharat, balık yani aklınıza gelen her türlü gıda maddesinin satıldığı ve deneyimlendiği pazarda değişik olan şeyleri denemek çok zevkli. Kentin en ünlü restoranlarının da malzemelerini buradan tedarik ettiği pazar, Londra’daki en kaliteli yiyeceklerin bulunduğu ödüllü bir pazar.
4. Yurt dışına gidince en sevdiğimiz şeylerden biri, sandviç, içecek ve meyvelerimizi alıp kentin parklarında piknik yapmak. Bunun için yanımda mutlaka atmak üzere bir havlu ya da ince bir peştamal bulundururum ki yerlere yayılalım. Söz konusu Londra olunca Hyde Park’ta deneyimlerin en güzelini yaşamak kaçınılmaz tabii.
Meşhur zincir Pret A Manger’dan sandviçlerimizi, taze sıkılmış meyve sularımızı ve tek kişilik meyve paketlerimizi alıp parka yürüdük. Otelimiz London House Hotel parka son derece yakın olunca çok fazla torba taşımak zorunda da kalmadık.
Bizden önce giden eşim bisiklet kiraladı ve önce parkı keşfe çıktı. İlk yarım saat ücretsiz olarak kiralayabileceğiniz bisiklete daha sonra saat başı iki pound ödüyorsunuz. Sincaplar eşliğinde yemek yerken göz alabildiğine yemyeşil bir alanda “niye ülkemde bunu yaşayamıyoruz” düşünceleri de uçuşmuyor değil. Bu arada yere serecek örtünüz yoksa üzülmeyin tahta şezlonglar kiralayabiliyorsunuz. Londra’nın büyük parklarından biri olan Regent’s Park da size Hyde Park kadar huzur verecektir.
5. Piccadilly Circus ve Trafalgar Square şehrin ana merkezlerinden ve buluşma yerlerinden. Londra’nın en büyük meydanı olan Trafalgar Square’de yıl boyunca pek çok etkinliğe denk gelebilirsiniz.
Pek çok heykelin bulunduğu meydanda National Gallery – Ulusal Galeri– aralarında Raffaello ve Rubens’in de eserlerinin bulunduğu pek çok koleksiyona ev sahipliği yapıyor. 52 metre yüksekliğindeki Nelson Sütunu’da görülecek tarihi eserlerden.
Trafalgar Square’den on beş dakika yürüyerek Kraliyet Ailesi’nin yaşadığı Buckingham Palace’a ulaşabilirsiniz. West End’in can damarı olan Piccadilly aynı zamanda Soho’nun başlangıç noktası. Tam ortasında Eros Heykeli bulunan meydanda Kahve Dünyası’na da denk gelebilirsiniz. Bizim ergen kızın en sevdiği yerlerden olan Oxford Street ve Regent Street birbirini kesen iki cadde ve alışverişin kalbi. Türkiye’de bulunan her markayı aynı mağaza konsepti ile bulabileceğiniz bu caddelerden hangisi tercihin derseniz Regent derim ama saatlerce vakit geçirmeye kesinlikle hayır diyenlerdenim. Kızımızın doğum günü olması sebebiyle onun istediklerini yaptığımız 21 Temmuz’da bu caddeleri baştan sonra turladık. Bone Street durağında inip hemen metrodan çıkıp sola doğru yürüdüğümüzde St. Christmas bölgesi ve restoranları son derece güzel özellikle Pizza Express ve Busaba Eathai’yi denemenizi öneririm. Busaba’nın restoran müdürü Türk bu arada. Meşhur oyuncak mağazası Hamley’s bizim ergeni de mest etti.
Bir anda genç kız havasından çıkıp küçük bir çocuk rolüne bürünen Duru’yu buradan kopartmak zor oldu. Londra’da en beğendiğim meydanlardan biri, Leicester Square oldu diyebilirim. Tube ile aynı adlı durakta inerek pek çok restoran, pub bulabilir uzun uzun oturup Londra’yı yaşayabilirsiniz. Alışveriş demişken Londra’nın ünlü çok katlı mağazası Harrods’a da uğradık tabii. İçinde bulundurduğu malların çeşitliliğinden çok binanın tarih kokan yapısı daha çok ilgimi çekti doğrusu.
6. Dünyanın en eski müzesi olan British Museum’a siz mutlaka gidin. Üç kere giden kocam ve ergen kızım istemediğinden vaktimiz de dar olduğundan ben ziyaret edemedim ama bir dahaki gidişimde ilk olarak yapılacaklar listeme yazıldı. Madame Tussauds bizimkilerin yine koşarak gittiği yerlerden oldu.
Yine diyorum, Amerika’da da aynı müzeyi gezmiş biri olarak ikinci defa gitmeyi tercih etmedim ama Londra’daki çok daha büyükmüş. Bu arada Eskişehir’de de bir balmumu müzemiz olduğunu biliyorsunuz değil mi?
7. Bir şehri tanımanın en iyi yolu yürümektir. Londra’da da yürüyecek çok güzel rotalar var, bir önceki yazımda bunlardan birini yazmıştım. Yürümek istemiyorsanız tube ile çok kolay ulaşacağınız Camden Lock Market de Londra’ya gidince bence görülmesi gereken yerlerden. Camden Town metro istasyonundan inince başka bir şehre gelmiş gibi hissediyorsunuz.
Dövmecileri, ikinci el kıyafet mağazaları, kalabalık pubları ile farklı bir atmosferi olan caddeden biraz yürüyünce bir açık hava pazarı olan Camden Lock Market’e ulaşabilir burada değişik el sanatları ürünleri satan mağazaları gezebilir, farklı ülkelerin lezzetlerini deneyebilirsiniz. Bence Londra’nın en renkli bölgelerinden olan Camden Market listenizde olmalı.
Yine aynı bölgede bulunan London Zoo özellikle çocukla seyahat edenler için güzel bir tercih. Bizim hayvan aşığı ergen de burayı es geçmeyenlerden.
8. Londra’da küçük bir Venedik yaratmışlar desem size inanır mısınız? Yine önceki yazımda yazdığım Little Venice mutlaka gidip imkanınız varsa yürüyeceğiniz yoksa 45 dakikalık bir tekne gezisi ile görebileceğiniz çok yeşil, çok sakin, çok huzurlu bir bölge. Warwick Avenue metrosu ile rahatça ulaşabileceğiniz bölgede Primrose Hill, kenti izlemek için çok güzel bir tepe.
9. Londra’ya gelmişken vaktiniz varsa iki saat uzaklıktaki Cotswolds Bölgesi’ne gitmenizi, Avrupa’nın en romantik köylerinden Bibury’de yürümenizi, Burford’un mahallelerini keşfetmenizi, Bourton On The Water’da nehrin güzelliğini keşfetmenizi, Stown On The Wold’un dar sokaklarındaki mağazalara uğramanızı tavsiye ederim. Cotswolds yazım çok yakında geliyor sevgili okur, çok beğeneceğini umuyorum.
10. Londra’ya gelip de iki katlı kırmızı otobüslere binmek için en iyi tercih Hop-On Hop-Off denilen turlardan satın almak. Hem bir rehber sayesinde şehri tanıyorsunuz hem de belli başlı yerleri önce keşfedip sonra sırasıyla tercihlerinizi yapıp daha rahat geziyorsunuz. Ayrıca bu turlardan bilet alınca bazı müzelere, hayvanat bahçesine ve restoranlara daha düşük miktarda para ödüyorsunuz. İstediğiniz durakta inebilir, istediğiniz duraktan binebilirsiniz. Londra’ya gelip ilk iki gün için geçerli bilet alabilirsiniz. Londra’da seyahat tube sayesinde çok kolay. Oyster Card denilen bir sistemle on pounda kart alıp istediğiniz kadar para yükleyince her yere çok kolay ulaşıyorsunuz. Seyahatiniz bitince on poundu ve kartınızda kalan tüm parayı geri alıyorsunuz.
Londra’ya gelince eğer Heathrow Havalimanı’na iniyorsanız şehre gelmenin en iyi yolu Heathrow Express Train. Paddington istasyonuna kadar gelip oradan kalacağınız yere çok kolay ulaşabilirsiniz. Yemek deyince akla fish&chips geliyor ama ben en güzel hamburgeri de Londra’da yedim. Bu arada daha önce bahsettiğim Busaba Eathai özellikle Thai yemekleri seviyorsanız ilk tercihiniz olabilir. Pad Thai, Thai Calamari, Fried Chicken ilk aklıma gelenler. Pret A Manger bizim özellikle öğlen sandviçlerimizi aldığımız, Patisserie Valerie, Richoux, Paul pastalarına hayran kaldığımız yerlerden. Kent çapında her yerde bulunan bizim ülkemizde de görmeye alışkın olduğumuz kahve zincirlerinden. Kahve içmeyen ama çay tutkunu olan benim için Londra bir cennet tabii. Beş çaylarının şıklığı, porselen fincanlardaki sunum çok güzel de ah yanında süt olmasa.
Sonuç olarak Londra her yaşa her zevke her cinsiyete hitap eden bir şehir olarak “Dünya Bizim Evimiz” listemize girdi. Herkesin Londra’sı eminim kendine göredir benim dört günlük ilk Londra deneyimim böyle, siz de deneyimlerinizi yorumlarınızla iletirseniz ne mutlu bana.
Fotoğraflar: Erkan Tozluyurt
İşte bu…
Bu bilgiler vakti geldiğinde bana çok lazım olacak. Kendini bu şehre ait hisseden biri olarak bende henüz gitmedim. Hedef önümüzdeki yıl gitmek. Çok faydalı bir yazı olmuş Banu… Teşekkürler…
Merhabalar,
Bilgiler için teşekkürler biz de Kasım sonu gideceğiz inşallah. Profesyonel makine kullanılmayan yerler var mı acaba? Yani yasaklar olan?
Reyhancığım biz yani eşim:)) profesyonel makine şarjını unuttuğu ve orada bulamadığımız için biz hiç kullanamadık ama hiç öyle bir yer de görmedim doğrusu
1 sene yasayip doyamadigim sehir…tekrar gitmis gibi oldum Banucum cok sagol…greenwich saat kulesi de gorulmesi gereken yerlerden. Hamley’s ise anlatilmaz yasanir diyecegim ve Duruya katilacagim :)
[…] çoğunu gördüm diyebilirim. En sevdiklerim ve bana en sevimli gelenler Londra’daki Borough Market ve Kopenhag’daki Torvehallerne oldu açıkçası. Bugün Toronto’da gezdiğimiz St. […]
Merhaba ;
14-17 haziranda Londra’da olacağım sizce müzeler dahil konaklama hariç kaç pound almalıyım yanıma ?