Halikarnas Balıkçısı’nı cennete götürmüşler “ Hani Gökova?” demiş. “Napoli’yi gör de öl” demişler,” bu da söz mü a canım, Gökova’yı gör ve yaşa. Başka yerde ölünüp nur içinde yatacağına, Gökova’da nur içinde yaşanır” demiş. Doğanın nelere kadir olabildiğini görmek istiyorsanız Gökova-Akyaka’ya mutlaka uğramalısınız.
Akdeniz’in Ege Denizi ile buluşma noktası dediğim Akyaka’ya birkaç kez mola için bir saatliğine uğramış ama her geldiğimizde “buraya kalmaya gelmeli” diyerek kendimiz söyleyip kendimiz duymuştuk. Ne zaman ki Canan Tan’ın İz adlı kitabını okudum ve orada geçen Ottoman Kerme Konak’ı tanıdım kıpırdanmaya başladım. Sonra İmza Karın kitabım sayesinde Lale Manço Ahıskalı ile arkadaş olduk ve artık yaşadığı Akyaka’dan bahsetti, kafama koydum, o Akyaka’ya gidilecek arkadaş. Mutlaka Ottoman Kerme Konak’ta kalınacak ve her bir noktasında Osmanlı-Selçuklu-Türk Mimarisi’nin motiflerini yaşatan iç dekorasyonuyla bütünleşecektim.
İki günlük Alaçatı kaçamağının ardından bir cumartesi sabahı tam da Alaçatı’ya insan seli başlamışken biz çekirdek aile olarak çıktık yola. Alaçatı’dan çıkıp Akyaka’ya gelmemiz tam üç saat sürdü. Muğla’yı geçtikten sonra Ula ilçesini de geçip Sakar Geçidi’ne geldiğinizde denizin ilk göründüğü yer işte Akyaka. Gökova Körfezi’nin o muhteşem görüntüsüne bakarak çam ormanları içinden daha indiğiniz yolda başlıyor huzur. Azmak Nehri’nin en geniş havzasında yer alan ve nehirle bitişik konumdaki Kerme Ottoman Konak gerçekten Akyaka’da kalınabilecek en güzel mekan diyebilirim. İhtişam daha dışarıda başlıyor ama hiç öyle insanı boğan bir büyüklük değil. Kapıdan girdiğimiz anda bizi evine gelen misafir gibi karşılayan Halil Bey, odamızın hazır olduğunu söylerken biz ağzımız açık kalmış bir şekilde iç avluyu inceliyorduk. Acaba Osmanlı İmparatorluğu’na geri mi ışınlandık ya da benim kocam bir Selçuklu Sultanı mı? Balayı odasının bize tahsis edildiğini duyunca artık ne göreceğimi tahmin edemiyordum ki, nehrin hemen kıyısındaki odamıza girince Duru kendini Hürrem sanıp yatağa atmıştı bile. Türk tavan işlemeciliğini mi, özel dikim perdeleri mi, zeytin ağacı lamine kaplı zemini mi, yoksa oymacılıkla işlenmiş dolapları mı, vitraylı banyoyu mu inceleyelim bilemedim. İnanın bir süre deli gibi her yere elledim. Odalar kadar bir HAN (duraklama, konaklama, dinlenme ve yatım evi) planlaması mantığıyla yapılmış iç mekan da ilginç Kerme Ottoman’da. Koskocaman bir orta avlu var ve odalar bu avlu çevresinde yer alıyor. Dinlenmek için hemen dış mekandaki havuza ve Azmak Nehrine bakan yer minderleri tam kitap okumalık.
Otelin konumu o kadar güzel ki, denize mesafesi nehir yoluyla beş dakika, harika bir yürüyüş yoluyla on dakika. Otelde otururken önümüzden geçen teknelerin Azmak turu yaptığını duyunca merkezden biz de bir tekneye bindik ve sazların üzerinden geçerek bir doğal akvaryum keşfi yaptık. Evet yanlış okumadınız nehrin üzerinden tüm rengarenk balıkları, deniz yılanlarını, bitkileri adeta bir akvaryum izler gibi izliyorsunuz, su o kadar berrak ki. Şansımıza güneş de öyle güzel gösterdi ki bize yüzünü. Akyaka’ya gelirseniz bir tekne turuna asla hayır dememelisiniz.
Akyaka Gökova, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Özellikle İdyma uygarlığının kalıntılarına sahip olan Akyaka’da agora ve akustik tiyatro İdyma döneminden günümüze gelen kalıntılar arasında. Biz nereye gidersek gidelim kale gördük mü dayanamayıp gezenlerdeniz kızımız sayesinde. Fakat Akyaka’da kale diye tepede görünen birkaç taş kalıntısı. İyi güzel de gel de bunu anlat bizim kıza, “kaleye çıkalım” diye tutturunca düştük yola. Bir çobana sorduk, şurası dedi, iyi de şura dediği yer yok. Ne yolu var, ne izi. Arabayı kenara park ettik ve görünen kale kalıntılarına doğru yürüdük. Bir tarla düşünün göz alabildiğine gelincik, papatya ve hardal otu… İnsanın uzanası ve öyle kalası geliyor. Maceracı ruhumuz ayaklarımızı da gaza getirince en uç taşa kadar çıktık ve o da ne; bir manzara ki alabildiğince Gökova Körfezi önünüzde, arkanızda Akyaka ve çamlı dağlar. Sessiz, ıssız, sıcak ve mutlu… Lale Manço az bile anlatmış, Akyaka’ya gidilmeli…
Akyaka’ya gelip Lale Hanım’a uğramadan olmaz dedik ve Akyaka ile bütünleşmiş hayatına şahit olduk. Nehrin kenarında, okaliptüs ağaçlarının arasında, doğayla iç içe değil, doğanın içinde bir yaşam. Zaten tekne turunda bir bölüm var Lale Hanım için, hangisi mi? Evinin önünden geçerken burası da Lale Manço’nun evi diye anlatılıyor. Tabii bu kadarla kalsa iyi, Barış Manço ile burada yaşamış gibi tamamen uydurma şehir efsaneleri de sonradan eklenmiş. Lale Hanım gülüp geçiyor ne yapsın çünkü Barış Manço bu evde hiç yaşamamış, doğal olarak Gülpembe parçasını da burada yazmamış. Hani bir gün Azmak’ta tekne turu yaparsanız aklınızda olsun. Duru ve ben çok şanslıyız çünkü Lale Hanım’ın hobi odasına girdik. “Anlatılmaz yaşanır” böyle anlar için en güzel söz. Aklınızın alamayacağı kadar incik boncuk, boya, dekorasyon malzemesi, dergiler…
Akşam yemeği için Azmak kenarında çok fazla mekan var ama Azmakkapı Orfoz’u tavsiye ederim. Özellikle mezeleri ve Sinarit’i çok başarılı. Aslında ne yerseniz yiyin ortam o kadar güzel ki…Nehrin üzerinde oturup güneşin yavaş yavaş batışını izlemek, Akyaka’daki çeşit çeşit kuşun sesini dinlemek bir de sevdikleriniz yanınızdaysa kuru ekmek bile ballı kaymak.
Baharda Akyaka başka oluyor, hafif bir akşam serinliği, sabah yakmayan bir güneş ve taze domates, salatalık, çam balı ve reçellerden oluşan enfes bir köy kahvaltısı. Hele ki bu kahvaltı Kerme Ottoman’ın nehre sıfır bahçesinde yapılıyorsa. Kahvaltı sonrası hemen otelin bahçesinden geçen yürüyüş yoluna çıkabilir çarşı içine kadar orman boyunca yürüyüş yapabilirsiniz. Gerçekten orman yolu ve herkese açık, zaten yürüyen, koşan ama bir o kadar etrafına duyarlı insan göreceksiniz bu yolda.
Akyaka; Bodrum, Marmaris, Datça, Fethiye, Göcek, Dalyan gibi önemli turizm merkezlerinin kavşak noktasında olduğundan yapılacak çok şey, keşfedilecek çok yer var. Biz kendimize bir rota çizdik ve kahvaltı sonrası çıkıp akşam yemeğine kadar pek çok yere girip çıktık, işte bizim seçtiklerimiz.
Akyaka’dan çıkıp Marmaris yönüne doğru giderken sağlı sollu turunç ağaçlarının arasından geçerken bir yandan size eşlik eden gelincik tarlaları nisan ayının en güzel tarafıydı bu gezide. Adına hakkını vermiş Çamlı Köyü, Azmak’a kıyısı olan, dutları, çilek bahçeleri ile bir cennet. Dalından yediğimiz siyah dutlar sayesinde bu sene ağzımızda hiç yara çıkmaz artık. Çilek satan köylülerden mutlaka alışveriş yapmalısınız ama yok ben kendi çileğimi kendim toplayacağım derseniz, o imkan da mevcut. Çınar Muğla Evleri, bizim Maşukiye’ye benzer bir tatil köyü. Yeşilin binbir çeşidini, mavinin her tonunu ve Çınar ağaçlarının altında huzuru bulacağınız tesiste ister bizim gibi günübirlik gelip kahvaltınızı edebilir, çayınızı içebilirsiniz isterseniz de yayla evini andıran ahşap, her türlü detayın düşünüldüğü şirin evlerde konaklayabilirsiniz. Özellikle küçük çocuklu aileler için ideal çünkü bahçesinde keçiler, ördekler, tavuklar ve daha pek çok hayvan mevcut. Ağaçlara konumlandırılmış özel teraslarda yemek yemek de çocuklar için çok ilginç olacaktır eminim.
Çamlı Köyü boyunca Sedir(Kleopatra) Adası tabelalarını takip ederek adaya kalkan teknelerin olduğu yere geliyorsunuz. Bahar ayı yeşilin de coştuğu an ve denizin mavisi ile buluşunca gördüğünüz manzara karşısında şair ya da ressam olmanız an meselesi. Deniz mevsimi açılmadığından adaya gitmedik ama yazın muhteşem olacağı bir gerçek. Özellikle adanın tam karşısında İncekum Plajı şimdiden akvaryumda yüzmek için size göz kırpıyor. Bu arada Boncuk Koyu adı verilen bir plaja tepeden baktık ve inanılmaz güzel bir kumsal ve bambu şemsiyelerden oluşan bu koyu notlarımıza gelmek üzere kaydettik.
Bu kadar güzelliğin içinden geri dönüp artık Marmaris’e ulaşmıştık ki, gördüğümüz taş binalar ve artık dağı bile bitirmeye başlayan kentleşme yüreğimizi burktu doğrusu. Dağ taş ev, bina olmuş. İnsan gerçekten düşünmeden edemiyor hiç mi insaf yok bazılarında? Hiç mola vermeden rotamızı Orhaniye, Hisarönü ve son durak Selimiye’ye çevirdik. Birbirine komşu bu üç şirin balıkçı köyü, resimlerde gördüğünüz iskele, dağ, bacası tüten ev üçlemesini size sonuna kadar yaşatıyor.
Teknesi olan arkadaşlarımızdan her yaz duyduğumuz “Selimiye’deyiz harika” sözünü biz de bahar ayında söyledik. Üstelik sakin, yemek kokularının birbirine karışmadığı, insanların dip dibe olmadığı, teknelerin topluca demir atmadığı bir zamanda, sardunyaların en canlı halleriyle, kalamarın en taze mevsiminde, insanı özlemiş çalışanların keyifle hizmet verdiği ortamda, tek tük incik boncuk dükkanının güler yüzle sizi karşıladığı zamanda Selimiye’de olmak. Güneş ince ince kemiklerinizi ısıtırken, buz gibi suya ayaklarınızı sokmak, yazın özlemini baharda içinize çekmek, sadece ve sadece doğayı dinlemek… Bol virajlarla geldiğimiz 1,5 saate kesinlikle değdi. Selimiye’de Sardunya Restoran’da sadece yemeklerin değil anı yaşamanın tadına vardık ve enerji depoladık.
Son olarak yıllardır dergilerden takip ettiğimiz, yapılacaklar listemizde hep olan ama bir türlü vaktimizi ve nakdimizi aynı anda denk getiremediğimiz Golden Key Bördübet’e uğramaya karar verdik. Marmaris’i geçip Akyaka’ya gelmeden gördüğümüz Bördübet sapağından içeri girdik ama git babam git, ne karşıdan gelen bir araç, ne bir yerleşim yeri. Orman içinde yaklaşık 25 km. kadar ilerledik. Artık sabrımız tükeniyordu çünkü çam ormanlarının içinde sadece siz öylece gidiyorsunuz. Arada karşınıza bir iki tabela çıkıyor o kadar. Bindik bir alamate gidiyoruz kıyamete misali, inşallah sonunda kıyamet yoktur diyerek bir sona ulaştık ki, burası bu dünyadan bir yer değildi. “Kuş Yatağı” anlamına gelen “Bird the bed” denile denile bugünkü adını alan Bördübet; kuş sesleri, yemyeşil ağaçlar ve mavi-yeşilin her tonu ile isminin hakkını veriyor. The Sunday Times Gazetesi’ne göre “Avrupa’nın En Gözde 100 Oteli” arasında gösterilen Golden Key Bördübet, Gökova Körfezi’nin eşsiz koylarından Bördübet’te dere ile denizin kesiştiği bir noktada yer alıyor. Aklımız, ruhumuz Bördübet’te kalabilirdi eğer Kerme Ottoman Konak’a geri dönmeseydik.
İki gün Akyaka’da olmak, çevreyi keşfetmek, yaz için yeni yerler keşfetmek bize çok iyi geldi. İstanbul’daki koşturmaya geri döndük ama şikayetimiz yok, bu stresli yaşam olmasa gittiğimiz sakin yerlerin güzelliğini nasıl anlardık, nasıl bu kadar keyif alırdık?
Öneriler
Halil’in Yeri – Akyaka; Azmak kıyısında ördeklerle kahvaltı etmek, ayağınızı nehre sokarken çayınızı yudumlamak için tercih edebilir, öğle yemeğinizi burada yiyebilirsiniz.
Azmakkapı Orfoz – Akşam yemeği için harika, özellikle balık.
Mavi Pide – Hisarönü yolu üzerindeki bu şirin mekan en iyi 10 yol lokantası içinde geçiyor.
Marmaris Datça Yolu, 0534 542 4324
Selimiye Sardunya Restoran – Mutluluğun Sardunya ile bir ilişkisi olmalı. Kalamarını tek geçerim
Gezip gördüğün yerler gerçekten çok güzel üstüne bir de senin, insanı kop kop gel moduna sokan yazıların işyerimde ki huzurumu iyice kaçırdı :( şu dört duvar üstüme üstüme geliyor Banucum :(
Zeynepcimmmm canımmmm kop bana gel sen
Rüya gibi… Masal gibi…
Banucum harika bir yazı okurken içim açıldı oralara gidip görmek istedim. Biz 2 sene önce Selimiye’ye gittik Haziranda gitmemize rağmen çok sakin kalabalıktan uzak neredeyse hiç müzik duymadığımız çok güzel bir tatil geçirdik. Biz Kıyı pansiyon’da kaldık çok çok da memnunduk gitmek isteyenlere hesaplı bir seçenek olarak tavsiye ederim 7 gün diye gidip 12 gün kalmıştık :) Detayını verdiğin tüm adresleri gidilecek yerlere not ettim çok teşekkürler :)
Süper Evrim’cim, ben de not ettim Kıyı’yı
Çok sevdiğim bir bölgeyi harika anlatmışsın, bu yıl senin işaret ettiğin yerleri de tek tek göreceğim. Sevgiyle…
Yasemin’cim harika yerler, yazdığım yerlerden de çok memnun kaldık