Bodrum-Alaçatı-Urla-Karaburun’da Sevdiğim Mekanlar

0

Sakin, huzurlu, kalabalığın olmadığı bir tatil geçirmek istesem de çoğunlukla dış faktörlerden dolayı bu yaz saydıklarımın çoğunu gerçekleştiremedim. En azından Ağustos ayının şu gününe kadar olmadı. Bununla birlikte bana çok iyi gelen, sağlığım, vaktim ve nakdim elverdiği sürece yine giderim dediğim yerler de olmadı değil. Bodrum, Alaçatı ve arada farklı birkaç rotada keşfettiğim bu yeni yerleri paylaşırken tamamen kendi imkanlarımla gittiğimi, reklam yapmadığımı sadece bana iyi gelen yönlerini yazdığımı özellikle bilmeni isterim sevgili okur.

Bodrum yarımadasıyla başlayayım öyleyse. İstanbul’da çok yakından takip ettiğim ve temsil ettiği sanatçıları hayranlıkla izlediğim Pilevneli Galeri bu yıl Bodrum Yalıkavak’ta da açılmış. Zeytin ağaçlarının içinde, doğayı içinize çekebileceğiniz bir tepeye konumlanmış galeri adeta bir sanat köyü olmuş. 1500 metre kapalı alan, 5000 metre açık alandan oluşan, 6,5 dönümlük bir arazi içinde yer alan sanat merkezinde bulunan taş evler galeri konumunda. İçinde gastronomi deneyimi sunan Zaaf adlı restoranı ve mağazasıyla bence önümüzdeki yaz adından daha da söz ettirecek, Pilevneli Galeri Yalıkavak. Akşamüstü gidip sergi gezerken bir yandan da gün batımına eşlik edebileceğiniz güzel bir mekan. Giriş ücretsiz ama vale ücreti var.

Bodrum deyince eğlence, gece hayatı, plaj günlüğü yazacağımı düşünüyorsanız biraz hayal kırıklığı yaşayacaksınız çünkü yine doğanın içinden, sessizliğin, sakinliğin hüküm sürdüğü bir mekandan söz edeceğim; Ekmek’n More. Dağbelen mahallesi Dağbelen sokak diye adres versem de bir süre sonra ne sokak kalıyor ne yol, buraya giderken. Gerçekten yolun bittiğini, yanlış yere geldiğinizi düşündüğünüz anda vazgeçmeyin, ilerleyin. Sizi Five Senses Bodrum içinde, zeytin ağaçlarının altında bir yandan keçiboynuzu koparıp bir yandan da doğanın sesini dinlediğiniz harika bir mekan bekliyor. Glutensiz, şekersiz, mayasız, mayalı, vegan ürünlerin cenneti dediğim mekanda özellikle kahvaltı menüsü çok ama çok güzel. Sahiplerinin gluten hassasiyeti teşhisi ile başlayan doğru ekmek arayışı, gerçek ekmekle yollarını kesiştirmiş ve hobi olarak başlayan zevkleri işe dönüşmüş. Sakinlik, huzur, az ama öz ile mutlu olanlardansanız memnun kalacağınızı düşünüyorum.

Bodrum’un havasını, çok farklı tatil seçenekleri sunan çeşitliliğini, denizini sevsek de ailece Alaçatı taraftarı olduğumuzu bu yıl birbirimize itiraf ettik. Yıllardır bize kendimizi evimizde hissettiren, her yıl odamızı hazır tutan Kayezta Otel’in de Alaçatı tutkunu olmamızda yeri büyük. Duru ellerinde büyüdü dersem abartmış olmam. Bu yıl bir de restoran açmışlar ki her şey doğal ve anne elinden çıkıyor. Çarşı içinde olmak, Alaçatı’nın sokaklarını gezip, gece eğlencesini araç kullanmadan doya doya yaşamak isteyenler için ideal bir otel.

Alaçatı’dan sonra komşu mahalle Ilıca, Çeşme’de en sevdiğim yerlerden. Ilıca’nın o çok sevdiğim sokaklarından birinde, zeytin ağaçlarının içinde, kitap ve kahve kokan bir mekan “Be Water Book&Cafe”. Su gibi ol. Su gibi esnek, güçlü, devamlı ve hayat dolu ol, diye başlayan misyonlarıyla son derece uyumlu hizmet sunan bu mekana aşık oldum. Aydınlık, ruhu olan, içeri girdiğiniz andan itibaren sizi sarmalayan bu kitap-kafe bir anda bambaşka bir dünyaya kapılarınızı açıyor. Bir yanda kitap okuyabilir, bir köşede arkadaşlarınızla sohbet edebilir, bir masada çalışabilir ya da benim gibi Kanada’ya ait özlediğim Muskoka sandalyelerine oturup öylece boş boş bakabilirsiniz. Ya da onların deyimiyle an’da kalabilirsiniz.

Bu yıl Alaçatı mekanlarının daha çok Hacımemiş’in alt sokaklarına doğru kaydığını, oraların daha hareketlendiğini hissettim. İşte Onüç de yeni yeni canlanan bu sokaklardan birinde. Adını kapı numarasından alsa da on üç rakamı Hint dilinde karmalarımızı temsil eden Terah da denilen “seninki” anlamına geliyormuş. Her şeyin tek bir Tanrı’ya ait olduğu anlamına gelen Onüç’ü bu nedenle de isim olarak seçmişler. Arkadaşım Dilek’in iki kızıyla birlikte işlettiği mekan tam da müdavimi olunacak yerlerden, çünkü size özel hizmet verebiliyorlar. Şöyle ki önceden haber verdiğinizde arkadaşlarınız ve sizin için menü hazırlayabiliyorlar. Mekan adeta size ait oluyor ve oturma sınırı yok, başınızda ne zaman kalkacaklar diye bekleyen yok, üstelik şahane mekan sahipleri var. Siz eğlenemezseniz de onlar sizi kesin eğlendirir. Türk usulü kahvaltı yanında Fransız tostu, kruvasan, pancake de Dilek’in becerikli ellerinden. Çok hoş kıyafetler, takılar, antika eşyalarında satıldığı Onüç’e giderseniz benden selam söylemeyi unutmayın.

Alaçatı’dan çıkıp rotamızı Urla’ya son zamanlarda adından sıkça söz ettiren Od Urla’ya yönelttik. Açıkçası bu kadar popüler olmuş bir yere gitmeye çok istekli değildim ama kızımı da kırmak istemiyordum. Fiyatların yüksekliğini, çok doğal bir mekan olduğunu, yemeklerin çok lezzetli ve farklı olduğunu, üstün bir hizmet anlayışına sahip olduklarını hep duyuyordum ama bizzat gidip onayladım ve imzamı atarım. Çok ülke gezdim, çok değişik yerlerde yemekler yedim ama Od Urla gerçekten gördüğüm en özel yerlerden diyebilirim. Bir bostanın içine mi yerleşmiş, zeytin ağaçlarının arasına mı saklanmış ne diyeceğimi bilemiyorum ama masanıza gelen her yeşil bitki kendi bahçelerinden. Lahanadan tutun pancara, dereotundan maydanoza hepsi oturduğunuz masanın yanında, bir uzanmanıza bakıyor. Deneyim menüsünü seçtiğim Od Urla’da kızımla unutmayacağımız bir deneyim yaşadık. Fiyatlar ucuz değil ama paraya kıyarım bir seferlik diyorsanız kesinlikle pişman olmazsınız.

Urla’dan Od Urla’nın yeşilliğinden, doğallığından, estetiğinden çıkıp Karaburun’a yine yeşilin göbeğine, doğanın cennetine ama bu kez maviyle iç içe olan bir mekana geçiyoruz; Ergin Pansiyon. Uzun zamandır Armağan’ın paylaşımlarından görüyordum hatta gitmek için sabırsızlanıyordum ama bir anda yapılan programla hiç aklımda yokken gitmek çok daha keyifli oldu diyebilirim. Derme çatma bir kapıdan girip patika yolda hatta tropikal bir orman yolunda yürüdüğünüzü hissettiğiniz anda önünüze çıkan taş merdivenden inip az daha ilerleyince masmavi, berrak bir deniz ile karşılaşıyorsunuz ve işte hayat o anda duruyor.

Bir mekan bu kadar mı huzur verebilir, bu kadar mı yeşili ve maviyi bir arada yaşarken hislenebilir, derdi tasayı unutur insan. Burada lüks yok, gösteriş yok, şişirilmiş fiyatlar yok, yüksek sesle müzik yok, şov hiç yok. Burada her gün kendilerinin denizden tutup getirdiği balıklar, kalamarlar, karidesler var, Ege otları var, sohbet var, Ergin Abi’nin balık çeşitlerini ve ne zaman ne yenir konusunda  bilgiler verdiği muhabbeti var ve burada hala içtenlik var. Eylül’de Armağan ile mehtabı izleyeceğimiz gecelerin hayalini kurarak ayrıldığım Ergin Pansiyon bana bu yazın en büyük hediyelerinden biri oldu diyebilirim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz