Lefkoşa

2

Bir gezi yazıma daha hoş geldin sevgili okur. Bu aslında bir asker ziyareti yazısı olacaktı ama biz askeri evci çıkarıp gez (dir) mekten ne o asker olduğunu ne biz ziyaretin amacını anlayabildik. Askerli ve askersiz ikiye ayrılan yazının ilk bölümü Lefkoşa’da yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin baş kasabasında  yaşanmıştır.  Saat 11:00 ile 17:00 arası geçen olaylar, mekanlar ve kişiler tamamen gerçektir.

Bizim asker Manisa’da bitirdiği acemiliğini K.K.T.C’de devam ettirince önce anneme dolayısıyla da bana yol ta ocak ayında görünmüştü. Baba nerede derseniz, ah bu uçak korkusu yok mu sonuna kadar bekliyor kendisi, son dakika gidecek gibi geliyor bana ama durun bakalım.

Saat on birde uçaktan inip akşam beşe kadar boş vaktiniz varsa  eh bir de oyalanacağınız yer Lefkoşa ise öyle çok çok yapılacak şey yok diyorduk ki, akşam yattığımız yeri bilmedik desem abartmış olmam. Lefkoşa, her ne kadar baş şehir olsa da Girne kadar hareketli, cıvıl cıvıl değil. Daha çok bir kasaba havası var, ama görülecek tarihi yerleri de bir o kadar fazlaymış. İlk durağımız Kıbrıs’ın en önemli Osmanlı Dönemi yapılarından biri olan Büyük Han oldu. 1571’de Kıbrıs’ın alınmasından hemen sonra ilk Beylerbeyi Muzaffer Paşa tarafından 1572 yılında, Anadolu’dan ve Kıbrıs’ın diğer yerleşim birimlerinden gelen ziyaretçilere konaklama yeri olarak yaptırılmış. Büyük Han Anadolu’daki şehir içi ticaret hanlarının tipik bir benzeri olup özellikle bana Bursa’daki Koza Han’ı çağrıştırdı. Birbirine benzeyen 68 odadan oluşmuş mekanda odalar şimdi hediyelik eşya satan mağazalar olarak çalışıyor. Ortasında minik de bir caminin yer aldığı avluda oturup Kıbrıs tatlarını denemek bizim için günün en anlamlı saatleri oldu diyebilirim. Büyük Han’a girdiğinizde hemen sağda bulunan Sedirhan’da bizim gibi güne başlamanızı öneririm. Hellim böreği ve saç katmeri kesinlikle denenmeli. Üstelik son derece misafirperverler. Elimizde valizlerimizle güne burada başladığımızdan, bize acıyıp istersek valizlerimizi bırakabileceğimizi söyleyecek kadar cesur?misafirperver?

Karnımız doydu ya gözümüz açıldı annemle. Büyük Han’ın girdiğimiz kapısının tam karşısında bulunan diğer kapısından çıkınca karşımıza çıkan Selimiye Camii Kıbrıs’ın en önemli gotik mimari eserlerinden. Eskiden St.Sophia Katedrali olan bina Osmanlılar tarafından camii olarak kullanılmaya başlanmış ama siz minareleri görmeseniz hala kilise sanabilirsiniz. Kesinlikle Kıbrıs’ta görülmesi gereken eserlerden diyebilirim. Caminin hemen yanında baktığınızda restore edildiğini hemen anlayacağınız Bedesten bulunuyor. Eski adı St.Nicholas Kilisesi olan Bedesten’in orta kapısının üstünde eski Ortaçağ asillerine ait armalar yer almakta.

Hava o kadar güzel ki, herkes avlularda kahve içmekte. Biz de yeteri kadar yürüdüğümüzden Derviş Paşa Konağı ve Etnografya Müzesi’ni bu kez es geçtik ve gelirken gördüğümüz Gloria Jean’s Coffee’ye yerleştik. Burada reklam yapıp para aldığımı sanıyorsan yanılıyorsun. Bu kafe o kadar güzel bir kütüphane ki aynı zamanda yazmadan geçemedim. İçinde devasa kütüphaneleri, eskiiii eskiii kitap, dergileri olan kafede kitabını okuyup kahveni yudumlayabiliyorsun. Girne Kapısı ve Venedik Sütunu arasında yer alan bu kafeye bu kadar hayran olmamızın bir sebebi de belki de Lefkoşa’da bu kadar bize yakın bir yer bulamayacağımız ön yargısı kimbilir…

Nihayet saatler geçmiş ve Kıbrıs’a geliş amacımıza nokta koymaya dakikalar kalmıştı. Lefkoşa’ya yaklaşık yirmi dakika uzaklıkta Yılmazköy’de askerlik yapan kardeşimi hafta sonu için izinli çıkaracaktık. Heyecan doruğa çıkmak üzereydi artık, kışlaya geldiğimizde Sapanca’ya geldik sandık. Bu kadar yeşil, bu kadar sıcak, bu kadar tel örgüsüz yer beklemiyorduk. Kardeşim de bizi bu kadar erken beklemiyordu ki, onu kapıya çağırdığımızda heyecandan titriyordu. İzinler alındı, kışla önünde fotolar çekildi ve Girne’ye doğru yola çıkıldı.

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz