Çok sevgili arkadaşımın blogundan alınmış bir yazıdır şimdi okuyacakların sevgili okur. Oğlu Nazım Özgün nam-ı diğer Böcük’ün hikayesi bu. Lütfen dikkatle oku, satır aralarını atlama ve kim normal kim değil karar ver. Hatta karardan ileri git ve SES ver. Bu ülkede normal olmamak!!! suç mu? Çok yakınımda bir otizmli ile yaşıyorum ben de zaman zaman ve keşke herkes onun gibi onlar gibi olabilse diyorum. Özeller…Ama ya bu ülke onlara göre değil ya da onlar bu ülkeye bilemedim ben. Üstelik Böcük çok başarılı, diğer çocuklardan hiç farkı yok, ancak ailesi söyleyince anlıyor okullar durumunu. Anlayınca ne oluyor?
İşte TAZE ANNE ve Böcük’ün hikayesi:
Bu ülkede maalesef engelli, farklı, özel gereksinimli kısaca “normal olmayan” bireyleri sevmiyoruz aslında. Dışlıyoruz, acıyoruz hatta görmezden gelmeye çalışıyoruz. Çünkü ayrımcılık ve haksızlık yaşantımızın her anında geçerli.
Diğer veli ve öğrencilerin Nazım Özgün hakkındaki kötü önyargılarından ve dışlamalarından hiç kurtulamadık ama 4. Sınıfı “takdir”ile, SBS deneme sınavlarında yaptığı dereceleri ile bitirmeyi başardı. 3. Sınıfta 17.000 çocuk arasında yapılan SBS deneme sınavında 500 tam puanla Türkiye ve Istanbul birincisi, 4. Sınıfta 16.200 çocuk arasında yapılan SBS deneme sınavında ise Türkiye 27.derecelerini aldı.
7, 5 yıldır otizm dünyasında yaşamanın zor ve farklı taraflarını, gerçek dünya ile buluşturmaya çalışıyoruz.
İlk iki yazımda aktarmaya çalıştığım otizmle yaşam hikayemizde yeni bir bölüme denk geldik. Biz şimdi yine okullu olamadık! Daha önceki yazılarımı okuma fırsatı bulamamış olanlar veya anımsamak isteyenler için kısa bir özetle başlamak isterim ki, ortaokula geçiş döneminde yaşadığımız sorunu daha net anlatabileyim…
Oğlum Nazım Özgün, nam-ı diğer Böcük, 29 Ekim 2001 doğumlu,18 aylıktan itibaren yaşadığımız farklı sorunlardan sonra, uzun uğraşlar sonucunda ancak 3 yaşında “atipik otizm” teşhisi kondu.
O’na dışarıdan, kalabalık bir çocuk grubu içinde baktığınızda, geçmişinde bir otizm hikayesi olduğunu anlamanız artık mümkün değil. Oturup sohbet ettiğiniz zaman, bazı konularda sanki 10,5 değil 15-16 yaşında bir genç adamla sohbet ettiğinizi sanabilirsiniz.
Üç yaşında aldığımız teşhis sonrası, yoğun tedavi ve eğitimle, 4,5 yaşında konuşmaya başladı. 5.5 yaşında kendi kendine okuma yazmayı söktü, 4 yaşı ile 7 yaşı arasında sürekli kovulduğu için(!) 4 farklı anaokuluna gitti. 7 yaşında da kaynaştırma raporu ile “normal/standart/ nörotipik” çocuklar ile ilkokula başladı. Ve evet birinci sınıfta uyum sağlamakta çok zorlandı. Ancak hem otizmden gelen fotografik ve video hafızası hem de öğrenmeye olan sevgisi nedeniyle, akademik başarısı ile kendini kanıtladı. Başarı geldikçe sosyal uyumu da arttı. 4 yılda diğer veli ve öğrencilerin hakkındaki kötü önyargılarından ve dışlamalarından hiç kurtulamadık ama 4. Sınıfı “takdir”ile, SBS deneme sınavlarında yaptığı dereceleri ile bitirmeyi başardı. (3. Sınıfta 17.000 çocuk arasında yapılan SBS deneme sınavında 500 tam puanla Türkiye ve Istanbul birincisi, 4. Sınıfta 16.200 çocuk arasında yapılan SBS deneme sınavında ise Türkiye 27.derecelerini aldı.)
İlkokulu okuduğu okulda diğer veliler ve çocuklardan gördüğümüz psikolojik baskı bizi çok yordu.
7, 5 yıldır otizm dünyasında yaşamanın zor ve farklı taraflarını, gerçek dünya ile buluşturmaya çalışıyoruz. Oğlum, iyileşme kaydetmiş, sosyal hayata uyum sağlayabilmiş “yüksek fonksiyonlu bir otizmli”, son 4 yıldır tanısı giderek bir üst sınıflandırma olan Asperger Sendromu’na kayıyor. O’na dışarıdan, kalabalık bir çocuk grubu içinde baktığınızda, geçmişinde bir otizm hikayesi olduğunu anlamanız artık mümkün değil. Oturup sohbet ettiğiniz zaman, bazı konularda sanki 10,5 değil 15-16 yaşında bir genç adamla sohbet ettiğinizi sanabilirsiniz.
Görüştüğümüz 5 ayrı okulda, daha seviye tespit sınavı ve okul bilgilendirme randevusu vermeden önce, Nazım Özgün’ün geçmiş hikayesini dürüstçe anlattığım zaman, şöyle bir cevaplar yelpazesi ile karşılaştım; “ Biz ööööyle çocuk almıyoruz/standart öğrenci alıyoruz/biz başarı odaklı bir okuluz!
Fotoğraf çekmeyi, şarkı söyleyip alet çalmayı, metroları, satranç oynamayı, yüzmeyi, basketbolu, tenisi, sinemaya gitmeyi, bol bol kitap okumayı, seyahat etmeyi ve sosyal mecralar dahil tüm medyadan ülke ve dünya gündemini takip etmeyi çook seven ve de yeni dörtdörtlük eğitim yasamız sayesinde, kendini aniden ortaokul öğrencisi olarak bulmuş bir çocuk Nazım Özgün. O sarıya çalan kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, ince uzun bir erkek çocuğu. Kahverengi gözleri sizin gözlerinize bakmayı 5 yaşından sonra öğrendi, çünkü o bir otizmli. Ama göz rengi neyse, bizim için otizm de o, sadece bir sıfat!
Ve ben, olanca iyi niyetim ve oğluma olan inancımla sandım ki kötü günleri artık geride bıraktık. İlkokulu okuduğu okulda diğer veliler ve çocuklardan gördüğümüz psikolojik baskı bizi çok yordu, düşündüm ki bugünkü iyi durumuyla yeni bir okulda önyargılardan uzak olursa, hem daha iyi bir eğitim alabilir, hem de yaşama daha çok katılır… Bu nedenle, yeni yasayla aniden ilkokul mezunu olunca, 4. Sınıftan sonra okul değiştirmek istedik. Ancak görüştüğümüz özel okulların hiç biri, bugüne kadar oğlumu kaydetmeyi kabul etmiş değil! Devlet okullarındaki kalabalık sınıf mevcudu içinde okuyabilmesi onu çok zorlayacağı için düşük sınıf mevcutlu, ikokulda öğrenmeye başladığı İngilizce ve Almanca dillerine devam edebileceği özel okullara bakıyoruz. Bu bir noktadan sonra bizim için bu bir mecburiyet, 40 kişilik bir sınıfta kaybolup gidebilir.
Oğlumu okullardaki yöneticilere, öğretmenlere anlatırken çok zorlanıyorum bazen, sanki çocuğumu “pazarlamaya” çalışıyormuş gibi hissediyorum, içim eziliyor…
Görüştüğümüz 5 ayrı okulda, daha seviye tespit sınavı ve okul bilgilendirme randevusu vermeden önce, Nazım Özgün’ün geçmiş hikayesini dürüstçe anlattığım zaman, şöyle bir cevaplar yelpazesi ile karşılaştım!
“ Biz ööööyle çocuk almıyoruz/standart öğrenci alıyoruz/biz başarı odaklı bir okuluz, bütün çocuklarımız normal/Otizmliler için başka okullar yok mu?/ Kaynaştırma diyorsunuz tamam da, öyle yasayı yapmakla olmuyor, siz gelin de bunu bir de bizim velilere anlatın…”
Yaşadıklarımızı bugünden başlayarak basına yansıtmamıza vesile olan okul ile ise İstanbul Koleji, Etiler (isim vermekte bir sakınca görmüyorum artık). Son bir aylık süreç içinde, 3 kez telefonda, 2 kez de yüz yüze uzun görüşmeler yaptık. İlk görüşmeden itibaren detaylı olarak Nazım Özgün’ün otizm hikayesini ve başarıyla bitirdiği ilkokul sürecini paylaştım. Görüştüğüm rehber öğretmen ve okulun halkla ilişkiler sorumlusu hanımlar, hiçbir negatif tepki vermediler, hatta başarısına hayranlıklarını ve şaşkınlıklarını belirttiler. Ve Nazım Özgün’e 5. Sınıf seviye belirleme sınavı için randevu verdiler. Ben de düşündüm ki, insan okula kaydetmeyeceği çocuğu neden sınava alsın ki? Hala iyi niyetli olmak her zaman akıllı işi değilmiş maalesef…
Dünyada ne kadar çok iyi bir eğitim almış, özel uzmanlık gerektiren alanlarda çalışan Aspergerli var, neden birisi benim oğlum olmasın! Bu ülkede, bu önyargıların içinde boğulduğu için mi? Uğraşıp didinip yaşama tutunmuşken, sürekli kapılar yüzüne kapatıldığı için mi?
Bu okulu tercih sebebim, yaşananlardan önce, sınıf mevcudu az, verdiği eğitim çocuğa göre bireysel değerlendirilen, arzu ettiğimiz gibi İngilizce-Almanca eğitim veren bir okul olmasıydı. Oysa bütün bu süreç içinde bir kere daha anladım ki, benim bunca emek vererek bugünlere getirdiğim oğlum için ne istediğimin hiç önemi yokmuş aslında. Bizim içinde yaşadığımız toplumdaki önyargılar ve bilgisizlikten kaynaklanan öyle haksızlıklara ve keskin bir ayrımcılığa maruz kalıyorsunuz ki, siz okulu değil, okul sizi istiyor mu, tercih ediyor mu, önemli olan bu. “Başarıya odaklı küçük yarış atları” yetiştirmek istiyorlar, normal ve standart öğrenciden farklı olana zaman ayırmak istemiyorlar. Ama bilmiyorlar ki, farklı olanın başarısı belki daha dubledir? Oğlumu okullardaki yöneticilere, öğretmenlere anlatırken çok zorlanıyorum bazen, sanki çocuğumu “pazarlamaya” çalışıyormuş gibi hissediyorum, içim eziliyor…
*
Sonuçta, Nazım Özgün Istanbul Koleji’nin 100 soruluk sınavını toplamda 5 yanlışla bitirip, sınavı başarıyla geçti! İngilizce ve Türkçe testlerinde hiç yanlışı yok. Okul kapandığından beri kapağını açmadığını ders kitaplarındaki konuları sınava 2 gün kala oturup okudu, her okuduğu konuda “ben bunları hatırlıyorum ki zaten, kendim kendim güveniyorum, ben bu sınavı kazanacağım” dedi.
Siz anlayabilirsiniz belki otizm yolundan gelen bir çocuğun kendine güvenmesinin ne demek olduğunu, okuldakiler anlayamadıL O gün sınav sırasında bir ara tuvalet molası verdiğinde gülerek “zaten sorular kolaymış, çözüyorum ben hepsini “ bile dedi, sonuçtan zaten emindi kendince.
Dört yılda bir arpa boyu yol gidemediğimizi, otizm denince hala tek akla gelenin konuşamadığı, iletişim kuramadığı için şiddete başvuran çocuklar olduğunu bir kere daha anladım.
Sınav günü tam 2,5 saat her iki yetkili de yüz yüze görüştük, yine detaylı olarak otizm geçmişimiz konuşuldu, rehber öğretmen özellikle “otizm konusunda pek bir şey bilmediğini, benim kendisine detaylı bilgi vermemi” istedi. Bana her ikisi de birkaç kez “siz durumu anlatmasaydınız, biz Nazım Özgün’ün halinden zaten anlayamazdık otizm geçmişini, gerçekten ne kadar ilerlemiş, biz konduramazdık” dediler!
Ama ben yalan söyleyemem ki, O’nun ve bizim hayatımızın gerçeği otizm. Her ne kadar ilerleme kaydetmiş olsa da, bazı davranışları, takıntıları, aşırı duygusallığı ve fazla açık algısı yüzünden, her zaman biraz farklı olacak, bu özellikler ona bazen sosyal hayatında sıkıntı yaratacak, ama O’nu olduğu gibi kabul eden ortamlara çok kolay uyum sağlıyor, sevgisini de acısını da gösterebiliyor… Ve bunlar eğitim almasına engel değil ki, tam tersine, eğitim aldıkça daha da ilerleyebilir. Dünyada ne kadar çok iyi bir eğitim almış, özel uzmanlık gerektiren alanlarda çalışan Aspergerli var, neden birisi benim oğlum olmasın? Bu ülkede, bu önyargıların içinde boğulduğu için mi? Uğraşıp didinip yaşama tutunmuşken, sürekli kapılar yüzüne kapatıldığı için mi?
Ben o okula yalan söylemedim, dürüst davrandım, ama yalan söylemem gerekiyormuş meğer. Otizm geçmişi yüzünden bin türlü dayanağı olmayan bahane üreterek, sınavı kazandığı halde Nazım Özgün’ü okula kaydetmediler.
…Eğer söylememiş olsaydım, onlar fark etmeyecekleri (!) için sınav ertesinde okula kaydını kabul edecekleri çocuğu yani..!
İnsanı zorla yalancı yapmaya çalışıyorlar bu ülkede. Ama ben yalanların ardına saklayarak, kamufle ederek bir çocuk yetiştirmek istemiyorum…
Bu kararlarını da araya Bayram tatili girmeden önceki son Cuma günü, mesai saatinden sonra basit bir mail ile bildirdiler üstelik! O mailde “sebep” olarak, onca yaptığımız görüşmede her nedense bana söylemeyi unuttukları(!), hiç bahsetmedikleri aynı sınıfta okuyacak başka bir “davranış sorunları gösteren öğrenci” olduğu için, aynı sınıfa ikinci bir kaynaştırma öğrencisi almak istemedikleri, böyle bir durumda benim çocuğumun “gerilemesinden” korktuklarını anlatıyorlardı.
1)Oğlumu sadece 2,5 saatlik dilimde 1 saat kadar gördüler, konuştular, otizmi bilmiyoruz dediler, “sizin çocuğunuz geriler” teşhisi nasıl bir görüştür?
2) Nazım Özgün ilkokula kaynaştırma raporu ile kaydoldu, evet, ama 4 yıllık ilkokul sürecinde kaynaştırma programı dahilinde hiçbir öğretim sistemi uygulanmadığı gibi, tam tersine, tüm sınıf arkadaşları ile aynı değerlendirme sınav ve not sisteminde aynı sınıf içinde tüm derslerini okudu. Kısaca, normal çocuklarla normal çocuk gibi okudu diyebiliriz. Zorluklar yaşamadı mı, başlangıçta evet. Biz çok “eğitimci” bir sınıf öğretmeni şansına sahiptik, ilkokul öğretmenimiz sevgili Gönül Sözöz, Nazım Özgün’deki “öğrenme” heyecanını, onun yaşadığı sıkıntıları hep çözerek taze tuttu. Bu nedenle, zaten ortaokula yeni bir kaynaştırma raporu ile kaydetmemize gerek kalmadı, bunu da okula daha önce belirtmiştim.
Uzun lafın kısası, “bizde bir tane var zaten, bir ikincisi ile uğraşmayalım…” dedi okul. Onlarca başka okul gibi. Ben de dört yılda bir arpa boyu yol gidemediğimizi, otizm denince hala tek akla gelenin konuşamadığı, iletişim kuramadığı için şiddete başvuran çocuklar olduğunu bir kere daha anladım, bu kadar yıldır anlatıp duruyoruz, kimse bilmiyor ki otizm çok geniş bir yelpaze ve her otizmli/ Aspergerli çocuk birbirinden çok farklı!
Aldığım ilk red cevabından sonra pes etmedim, Bayramdan sonraki ilk gün, bu defa okulun müdürü hanımefendi ile görüşmeye gittim. Hakkını yememek lazım, benimle görüşmeyi kabul etti, uzun uzun dinledi, notlar aldı, ısrarla kendisine oğlumun sınavı geçmesine rağmen özel hikayesi nedeniyle RED edildiğimizden haberi olmadığını söyledi! “Size söz vermiyorum ama yeniden değerlendirip geri dönerim size, inanın elimden geleni yaparım” dedi. Müdür o, karar vereceklerin başında geliyor, elimden geleni yaparım ne demek, demedim. Nazikçe süreci aktardım, yeniden beklemeye, bu arada başka okullara bakmaya ve yeni red cevapları almaya devam ettik!
Oğluma otizm tanısı konalı 7,5 yıl oldu, bize dayatılan engeller yüzünden sanki 17 sene geçmiş gibi hissediyorum. Üzgünüm, kırgınım, ama pes etmeyecek kadar da yapılan ayrımcılığa karşı öfkeliyim!
Bu hafta ise Istanbul Koleji’nden Müdür Hanım aradı ve “bütün çabalarına rağmen maalesef, çok üzülerek Nazım Özgün’ü kabul edemeyeceklerini” söyledi.
“Neden?” dedim sadece.
“Sınıftaki diğer çocuk arada yüksek sesle bağırabiliyor, siz görüşmede oğlunuzun yüksek sesten rahatsız olduğu söylemiştiniz. Böyle bir durumda tepki verirse, hem kendisi için kötü olur, hem de sınıfın düzeni bozulur” dedi.
“Aynı sınıfta iki kaynaştırma öğrencisi olamıyor biliyorsunuz” deyince, “iyi de benim oğlum kaynaştırmalı olmayacak ki?” dedim, “ama biz biliyoruz artık geçmişini” diye cevapladı bu sefer deL “Ben sizin elemanlarınıza ve size oğlumun otizm hikayesinden bahsetmeseydim, sınavınızı geçtiği için kayıt edecektiniz ama?” diye sorunca, sanırım boş bulunup ” tabii ki…” dedi.
O noktada, “Otizmi bilmiyoruz” dedikten sonra, kafasındaki önyargılarla yarattığı varsayımlarla hiç görmediği oğlumun kesin yapacaklarını bana anlatan bir “eğitimci” ile daha fazla konuşacak bir şeyim kalmadı haliyle.
“Oğlumun hakkını savunacağımdan emin olun, siz çok büyük bir haksızlık yapıyorsunuz, oğluma okulu bile gezdirip özendirdiler, hiç düşünüyor musunuz yarattığınız hayal kırıklığını, yetersizlik duygusunu?” diyebildim, bir de konunun kapanmadığını, artık basın ve MEB nezdinde konuşacağımızı belirttim. Son geldiğimiz nokta bu.
*
4 yıl önce Nazım Özgün’ü ilkokula kaydettirmek için de 8 okul dolaşmıştım, ama o zaman bu kadar iyi, olumlu durumda değildi, hiperaktivitesi yüzünden sınıfta oturmakta çok zorlandı başlarda, arkadaşları ona kötü davrandıkça, eziyet ettikçe içine kapandı vb.
Ama aradan 4 koca yıl geçti, aştı hepsini, çok başarılı bir okul süreci var ardında, çok iyi ilerledi, hatta yıllardır bizimle çalışan otizmle ilgili eğitim/tedavi ekibimizi de beni de hep çok şaşırtarak ilerlemeye devam etti. Bütün bunlara rağmen, sırf ben dürüstçe gerçekleri anlattığım için, 4 yıl sonra, yeniden aynı okul bulma mücadelesi vermemiz gerekiyorsa, ona da peki! İnsanı zorla yalancı yapmaya çalışıyorlar bu ülkede, ama ben yalanların ardına saklayarak, kamufle ederek bir çocuk yetiştirmek istemiyorum…
Benim isyanım şu noktada: Yok mudur gerçekten Nazım Özgün’ü alıp okutacak, O’nu eğitmek isteyecek bir okul? Bu nasıl bir ayrımcılık, nasıl bir ısrarla devam ettirilen bilgisizlik halidir? Okullar ya da eğitimciler, özel gereksinimli öğrencilerin neye ihtiyacı olduğunu, nasıl bir eğitim sürecine ihtiyaçları olduğunu ne zaman öğrenecek? Daha ne kadar bu ülkede yüzbinlerce okuyabilecek engelli kategorisinde çocuğumuzu eğitim hayatının dışına iteceğiz? Yasayla iş bitmiyor gerçekten, insan bilmediği şeyden korkar, onlar da bilmedikleri için, sağdan soldan duydukları önyargılara göre karar veriyorlar. Ama öte yandan, bu okulların hepsi MEB’na bağlı okullar, yasayla saptanan anayasal vatandaşlık hakkı olan eğitim hakkını nasıl elinden alabilirler ki?!
***
Bu ülkede maalesef engelli, farklı, özel gereksinimli, kısaca “normal olmayan” bireyleri sevmiyoruz aslında.- Normal tanımlamasının kime ve neye göre olduğu hepimiz için farkı değil midir?- Dışlıyoruz, acıyoruz, hatta görmezden gelmeye çalışıyoruz, çünkü ayrımcılık ve haksızlık yaşantımızın her anında geçerli. Farklı bir bireyden bırakın bir şeyler öğrenmeyi, onunla ilgilenmeye bile tahammülü yok insanların.
Bazen öyle zaferler vardır ki, hayatınıza etki eder. Oğlumla gurur duyuyorum, o çok zor bir yoldan geliyor, ama benim için her anına değer…! Benim oğlum “iyi durumda, okuyabilecek bir Aspergerli.” Eğer bu durumdaki bir çocuğa bile okul bulamıyorsak, diğer özel gereksinimli çocuklarımızı, farklı çocuklarımızı asıl okutabiliriz ki?
***
Otizm konusundaki bilgisizlik ve yapılan sonsuz ayrımcılık ayrıca mesleki açıdan bir iletişimci olarak da beni dehşete düşürüyor, bilinçlendirme için medyanın gücüne çok ihtiyacımız var. Otizmi en iyi yaşayanlar anlatabilir bence, otizm bir kere hayatınıza bulaştı mı, bir daha asla eski siz olamazsınız, otizm size hem hayatın farklı pencerelerini gösterir, hem de kapıların ısrarla yüzünüze kapatılmasına neden olur… Bu nedenle oğluma yapılan ayrımcılığı geleneksel medya ve sosyal mecra üzerinden paylaşmaya başladım.
Belki o okulu pes ettiririz, belki hatalarını görürler, belki başka bir okul “Nazım Özgün’e inanıyoruz, biz okutalım” der? Umut, her zaman en büyük cesaretimiz!
Sesimize ses verir misiniz?
M. İrem Afşin
İletişim Danışmanı
iremafsin@morlotuspr.com / iremafsin@gmail.com
www.facebook.com/afsinirem
www.twitter.com/iremafsin