Orhan Kemal Müzesi’nde Bir Gün

0

Yaşadığım şehrin zenginliklerinin farkına vardıkça hayattan daha fazla keyif aldığımı fark ettim bir süre önce. Kültürel ve tarihi bakımdan da çok zengin olan İstanbul ne mutlu ki bana bu zevki yaşatmaya her geçen gün devam ediyor. Birçoğunuz belki bu fikrime katılmayabilir ama bazen bedava bazen de bir sakız parasına tarihe yolculuk edebiliyor, geçmiş yaşamları öğreniyor hatta yıllar önce ölmüş ama kitaplarını okumaya bayıldığınız yazarlarla bir gün geçirebiliyorsunuz.  Sadece biraz araştırmak, üşenmemek ve meraklı olmak tüm saydıklarım için yeter şart.

Sosyal medya paylaşımlarımda okuduğum kitapları paylaştığımı beni takip edenler bilir. Geçtiğimiz günlerde Orhan Kemal’in “Tersine Dünya” romanını hem blogda hem de instagramda yazdığımda yazarın oğlu Işık Öğütçü  ile iletişimiz başladı ve beni Orhan Kemal Müzesi’ne davet etti. Müzeyi daha önce duymuştum, nerede olduğunu da biliyordum ama nedense her şeye vakit ayıran ben buraya ziyareti hep ertelemiştim. Her işte bir hayır vardır sözünü artık yaşım ilerlediği için mi yoksa aldığım derslerden mi sık kullanmaya  başladım bilemeyeceğim ama ilk ziyaretimi Işık Öğütçü eşliğinde yapmak ve Orhan Kemal’i bir de oğlunun ağzından dinlemek paha biçilemezdi.

Cihangir’de püfür püfür esen Akarsu Yokuşu Sokak’ta çok şirin beş katlı bir apartmanın birinci katında kurulmuş müze, ilk girişte misafirlerini ağırlıyor. İçeri girdiğiniz anda çoğu Ara Güler ve Fikret Otyam tarafından çekilmiş fotoğraflarla Orhan Kemal size “hoş geldiniz” diyor. Hem fotoğrafların canlılığından hem de duvardaki yazılardan bir süre kendinizi alamıyorsunuz. Binanın dışında da müzeye dahil olan “İkbal Kahvesi ve OK Kitabevi bulunmakta. Bir röportajında yine bir gazeteci, yazara sanatının amacını sorduğunda, şöyle yanıtlar; Lincoln’ün demokrasi tarifi gibi “Halkın halk için halk tarafından yönetimi” der. İşte benim de sanatımın amacı, “İNSANLIĞIN, İNSANLIK TARAFINDAN, İNSANLIK İÇİN YÖNETİLME ÇABASI ADINA SANAT.” (Varlık, Ağustos 1970) Bu ve bunun gibi pek çok sözünü okurken müzede zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağınıza garanti veririm.

Çocukluk fotoğrafları, aile fotoğrafları derken tüm kitaplarının ilk baskılarının olduğu camekanlı bölüme geldiğimde beni ta çocukluk anılarıma götüren bir şeyle karşılaştım; dedemin minderi. Yedikule’de emlakçılık yapan dedemin dükkanına küçükken gittiğimde bu minderlerden görürdüm sandalye üzerinde. Muşamba kaplı, demir ayaklı, oturma kısmı kare şeklinde olan ve süngerleri hafiften muşamba aralarından çıkmaya başlamış sandalye üzerine bunu koyar ve beni üstüne oturturdu. Kışın pek rahatsız olmazdım ama yaz sıcağında oturmamak için “ben ayakta durmayı seviyorum” dediğim geldi aklıma. Ne dedem, ne minder ne de dükkan var artık. Yıllar sonra Orhan Kemal’in oturduğu bu mindere oturduğum andaki duygularımı sanırım ancak benim yaşıtlarım anlayabilir. Hatta Z kuşağı için muşambanın tanımını yazma gereği duydum şu an; bir yüzüne kauçuk ya da yağlıboya sürülerek su geçirmeyecek duruma getirilmiş bez.

İlk baskı kitapların olduğu camekanlı bölüm bir hazine niteliğinde. 1949 yılında çıkan ilk romanı Baba Evi’nden tutun da çok farklı isimlerle yazdığı ve benim adını hiç duymadığım kitaplar hepsi bir arada. Işık Bey’in bir kuple mırıldandığı, Bir Demet Yasemen şarkısının -kitapta ikinci adı olarak yazılan Aşkımın Tek Hatırası- da  İlhan F. Demir tarafından 1950’li yıllarda yazılan İki Damla Gözyaşı adlı romanının tanıtımı için gazeteye verilen ilanında Zeki Müren’in resmi basılmış ve şarkısının romanı diye lanse edilmiş.  Tahmin ettiğiniz üzere İlhan F. Demir kod adlı kişi aslında Orhan Kemal. Pek çok farklı isimlerle yazma sebebi ise aşağıdaki yazıda çok net değil mi?

Onun farklı isimlerde yazması elbet Işık Öğütçü’nün kaynaklarına ulaşabilmesi için çok zorlayıcı olmakta. Oya işler gibi sabırla oluşturulmuş bu müze için kütüphanelerde ne kadar çok zaman geçirdiğini, farklı adlarla yazdığı yazılara ulaşmak için kimlere ulaşmaya çalıştığını varın siz düşünün.

Yazarın ailesine ait eşyalar bölümünde annesinin biriktirici yönünü anlattı Işık Öğütçü. Börek yaptıkları tepsiden aile bütçesine katkıda bulunmak için dikiş diktikleri makinaya kadar çoğu eşyanın hala temiz hatta kullanılabilir bir şekilde durduğunu zaten çok net görebiliyorsunuz. Yine müzede en çok ilgi çekenlerden biri de Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey’in İstiklal Madalyası vesikasında Gazi Mustafa Kemal’in orijinal ıslak imzasını taşıyan belge.

Işık Bey özellikle yeni neslin bilmekte zorlanacağı eşyaları beni sözlüye kaldırmış gibi arka arkaya sorduğunda fena da sayılmazdım doğrusu. Sadece “balina” nın ne olduğunu bilemedim, giderseniz ve balinayı görürseniz buradan yazın bana, bakalım siz biliyor musunuz?

Hayatımda unutamadığım anlara bir yenisini Orhan Kemal Müzesi’nde eklemek hem de onun taktığı şapkanın oğlu tarafından başıma takılması benim için adeta bir kavuk devralmış olmanın gururunu yaşattı bana. Yazar olma yolunda emeklediğim son yıllarda bu şapkayı takmak bana inanılmaz bir güç verdi. Düştüğüm, vazgeçtiğim, küstüğüm günlerde hep bu an gelecek aklıma ve Orhan Kemal’in izinden gitmelisin diyeceğim kendime.

Siz de ister iyi bir okur ister yazıya meraklı  biri olun, ya da bunlarla hiç ilginiz olmasın sadece bu ülkeden kimler geldi kimler geçti diye meraklı biriyseniz bile bu müzeyi ziyaret edin. Çoluk çocuk, konu komşu, akraba kim varsa toplanın gidin. Sadece bir müze gezmeyeceksiniz, bir yazarın sıradan yaşamına, bir daktilo, tahta bir masa, sedir ile yarattığı sadeliğe, mütevazi hayata tanıklık edeceksiniz. Saraylarda yaşamaya heveslendiğimiz, yaşayamasak da kendi dünyamızda saray gibi hayatlar kurmaya çalıştığımız ya da böyle göstermeye vaktimizi harcadığımız şu günlerde sadece bir kalem ve kağıtla 40 ülkede kitabı okunan bir yazar nasıl olunabileceğinin muhasebesini yapıyorsunuz içinizden.

Müzenin bence en çarpıcı ve boğazınıza bir yumru oturtan bölümü, yazarın beş yıllık mahkumiyet tutanağının belgesi de bulunan, Nazım Hikmet’le olduğu dönem 1940-1943 Bursa Cezaevi ve 1966’da tekrar tutuklandığında ailesine gönderdiği mektubun yer aldığı duvar. Orhan Kemal’i okuyun ya da okumayın, tanıyın ya da tanımayın etkilenmeyecek kimse yoktur sanırım bu duvara bakarken.

İstanbul’da yaşayıp bu müzeyi bu zamana kadar gezmemiş olmaktan dolayı duyduğum suçluluk, Işık Öğütçü ile İkbal Kahvesi’nin önünde yaptığımız sohbetle bir miktar hafifledi. Turgay Abi’nin aldığı sıcak simitler ve ikram ettiği tavşan kanı çayla, bir de hafiften esip yüzümüze nazikçe değen rüzgar “sen ne güzelsin hayat” dedirtti bana. Çantamı koluma takıp dönüş yoluna geçtiğimde biriktirdiğim hikayeler ise en büyük kazançtı gün sonunda.

Bu müzeyi çok büyük özverilerle bizlere kazandıran Işık Öğütçü’yü yürekten alkışlarken, bu paha biçilemez miraslara sahip çıkmamız gerektiğini bir kez daha kendime not ettim.

Şimdiye kadar henüz bir kültür merkezine adı konmamış olan Orhan Kemal’in adını pek çok kültür merkezinde görmek dileğiyle…

Orhan Kemal Müzesi, OK Kitabevi ve İkbal Kahvesi

Kılıçalipaşa mah. Akarsu yokuşu sok. No:30 Cihangir, Beyoğlu.

Pazar günleri kapalı. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz