Tarsus’ta Görülecek Yerler -1

0

“Beşikler vermişim Nuh’a,

Salıncaklar, hamaklar,

Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır.

Anadolu’yum ben,

Tanıyor musun?

                                   Ahmed Arif

2 Kadın Anadolu’da olarak Tourjuva ile birlikte gerçekleştirdiğimiz Tarsus seyahatimize ait o kadar çok yazacak yer, anlatılacak hikaye var ki, Ahmed Arif dizeleri gibi hangi birinden başlayım bilemiyorum. Tarihini yazsam kültürü unuturum diye kaygım, yemek yazsam şelaleler eksik kalacak, en iyisi mi şehrin girişi sayılan Kleopatra Kapısı’ndan başlayıp bir gün nasıl geçer devam edeyim.

Tarsus’a ilk defa geliyorsanız ve Tarsus’ta görülecek yerleri merak ediyorsanız Kleopatra Kapısı’ndan başlayabilirsiniz. Limana yakın olması sebebiyle “Deniz Kapısı” da denilen bu kapı – aslında bir kemer – Tarsus’un surlarından geriye kalan tek yapı. Halk arasında Kancık Kapı olarak da anılan tek kemerli bu yapı şehrin simgelerinden. Kleopatra’nın Rhegma Gölü’nü geçtikten sonra şehre girdiği bu kapıyı arkanızda bırakıp Tarsus’un ilk yerleşim yeri olan Gözlükule Höyüğü’ne geçebilirsiniz. Burası sadece Tarsus’un değil Çukurova’nın tarihinde de çok önemli bir yer. Kilikya’dan önce Hititler döneminde Kizzuvatna Karallığı’nın merkezi konumunda.(Antik dönemde Çukurova topraklarına Kilikya deniyor.)

Kleopatra’nın şehre girdiği nokta olan  Rhegma Gölü’nün olduğu yeri bu tepeden görebiliyorsunuz. Tabii şu an göl yok, kurumuş durumda. Bu gölün kurumasında ve daha sonra tarıma açılmasında bölgedeki suyu çeken Okaliptus ağaçlarının etkisi çok büyük. Bölgenin tarihi açısından bu kadar önemli bir noktanın terkedilmiş bakımsız hali, üzerinin derme çatma bir şekilde örtülmesi bizleri derinden etkiledi. Etrafındaki boş içki şişeleri, kağıt atıklar, korumasız, özensiz bir ziyaret alanı karşısında şaştık kaldık.

Gözlükule’den çıkıp sağa doğru yürürken sağlı sollu göreceğiniz eski konaklar, yapılar ve hemen karşınıza çıkan 1888 yılında kurulan, Türkiye’nin en eski kolejlerinden Tarsus Amerikan Koleji bir nebze de olsa höyükteki hayal kırıklığınızı unutturuyor.

Her yerde olduğu gibi Tarsus’u gezmenin de en güzel yolu sokaklarında kaybolmak. Gerçi biz rehberimiz Fatih ile gezdiğimizden kaybolmadık ama ilçeyi çok güzel adım adım tanıdık. Yakın zamana kadar Tarsus’ta çok sayıda medrese bulunurken, bugün ayakta kalan tek medrese Kubat Paşa Medresesi. 90’lı yıllarda Tarsus Müzesi olarak kullanılan yapı daha sonra etnografya müzesi haline getirilmiş.  Anadolu’daki diğer medreselerden farkı mimari olarak tek eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu şekilde inşa edilmiş. 21 tane hücresi var ve içlerinde Tarsus’ta kullanılan etnografik eserler mevcut. Bir Tarsus hatırası fotoğrafım yok derseniz burada güzel bir kare yakalamanız mümkün.

Şehrin eski bölgesi, havalı deyimle “old town” Camii-Nur mahallesi diye anılan bir bölgede. Danyal Kabri’nin arkasında kalan bu bölge özellikle çevredeki köylerden alışverişe gelenlerle, yöresel kıyafetler, yiyecekler satan dükkanlarla rengarenk, cıvıl cıvıl. Buram buram Çukurova kokan yolda yürürken kendimi bir an Orhan Kemal romanlarındaki bir karakter gibi hissettim. Cadde boyunca dükkanların renk ve tabelalarının aynı tip olması genel bir kuralmış burada, hal böyle olunca da göz yormayan, kafa karıştırmayan bir çarşı turu keyif veriyor insana. Her ne kadar Tarsus’un kalbi “Yarenlik” alanında – Atatürk Caddesi- atıyor dense de Camii-Nur bölgesi de pek şenlikli.

Ulu Cami (Cami-i kebir) de şehrin merkezinde bulunan ve saat kulesiyle birlikte görülecek yerlerden. İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi üç büyük tek tanrılı dinde önemli bir figür olarak kabul edilen Danyal Peygamber’in kabri de hemen burada. Hem yerel halkın hem de dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ziyaretçiler için önemli bir dini mekan olan türbede farklı bir atmosfer deneyimleyebilirsiniz.

Tarsus’ta görülecek o kadar çok yer, tadılacak o kadar çok yemek var ki, bir yazıya sığması imkansız. Yazıları takipte kal, sevgili okur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz